Bağış Erten

Rusya ve Türkiye: durun, siz kardeşsiniz!

09 Mart 2016 Çarşamba

Önce Gamze Bulut, sonra Şarapova... Yine doping, yine doping. Sporseverler olarak gıybet aldı yürüdü: “Doping sporu bitirdi mirim.” “Ama Şarapova’nınki masummuş aslında.” “Peki, Gamze’ye ne demeli?” “Resmen rezil olduk.” “Gerçi şu doping meselesi çok sorunlu.” “Tabii abi, herkes yapıyor, ama bazıları yakalanıyor.” Can kurtarıcı genellemeler, çabucak yapılan ‘tespitler’... Sosyal medya çağlayanında, memleketin fırtınalı gündeminde yarından itibaren bunu da unutacağız ve konu kapanacak. Oysa kapanmamalı.
Görüntü bulanıklaşsın, 2013’e gidelim. Mikrofonlarımız Moskova’da, Dünya Atletizm Şampiyonası’nda. Ruslar çok istekli. Haddinden fazla. Yedi düvele hava atmak istiyorlar, atıyorlar da. En fazla altın onların oluyor. Tarihi başarı! Birkaç ay sonra bu sefer Soçi’de Kış Olimpiyat Oyunları başlıyor. Açık ara en fazla madalyayı onlar topluyor. Zafer üzerine zafer. Putin mağrur, mutlu. Buraya kadar her şey Ivan Drago. Oysa bir öğreniyoruz ki perde arkasında her yer Foxcatcher.
2014’te ARD’de gazeteci Hajo Seppelt’in bulgularından yola çıkan belgeselin adı bile her şeyi faş etmeye yetiyor: “Dopingin Sırrı: Rusya şampiyonlarını nasıl yaratıyor?” Meğer Putin’in bizzat kendisi Spor Bakanı Mutko’ya ‘başarı’ emrini vermiş. Artık ne gerekiyorsa yapılmış! Sonrasını biliyor olmalısınız. Devlet destekli doping skandalı, onlarca sporcunun men edilmesi, biatlon sporunun neredeyse bitecek hale gelmesi, Rusya’nın atletizmde Rio 2016’dan men edilmesi ve daha neler neler. Adeta bir Soğuk Savaş filmi.

En kirli yarış
Görüntü bulanık kalsın. Hani Terminatör’de ya da Geleceğe Dönüş’te yanlış zamana ışınlanırlar ya. Biz de öyle yapalım ve önce yanlışlıkla Londra 2012’ye gidelim. Tarihin en kirli yarışı unvanını Seul 1988’in 100 metre’sinden almaya aday 1500 metre kadınlar yarışına… Altı atletin doping yaptığı bunların dördünün Türkiye ve Rusya menşeili olduğu müsabakaya… En önde iki Türk atlet ellerinde bayrakla koşarken nasıl mutluyduk değil mi? Doping mi diyenlere ateş püskürenler bile vardı. Unutmuyorum, Halil Berktay, şüphesini dile getiren Eurosport’un İngilizce spikerler hakkında “önyargılı terbiyesizler, çirkin hazımsızlar” diye yazdı. Ama işte, erken konuşmamak lazım. Sonrası felaket üzerine felaket.

Londra değil, Mersin!
Dün Cumhuriyet’teki dosyada çarpıcı bir veri var. 2012 Londra’dan bu yana 23 kadın atletimizden 12’sinde doping çıkmış. Dünya sporundaki etimiz kemiğimiz düşünülürse bu rakam aşırı fazla.
Peki, neden yanlış zamana ışınlandık ki? Çünkü asıl yer Londra değil, Mersin. Olimpiyat adaylığı meselesini başarıya ve ‘binaya’ indirgeyen, o yüzden tesis üzerine tesis patlatıp başarı gelsin diye federasyonu baskılayan hükümetin spor politikalarını hatırlayalım. Kimsenin çok da kale almadığı Akdeniz Oyunları’nda bir sporcunun hayatında alabileceği en büyük ödülü sırf “Bakın ne kadar başarılıyız” dedirtmek için ortalığa saçan, bu yüzden pek çok sporcunun doping belasına bulaşıp heba olmasına neden olan o günleri... İşte bu sürecin sonunda Nevin dopingli, Eşref dopingli, Elvan dopingli, Aslı dopingli, Gamze dopingli çıkmadı mı? Daha bir de kazanmadıkları için bilinmeyenler var...
Şimdi doğru zamandayız artık. Akdeniz Oyunları tenis finali. Kazanırsa 500 altın alacak Marsel İlhan. Kaybediyor ve bembeyaz bir suratla çöküyor. Kendinizi amatör bir sporcu yerine koyun. Olimpiyat birincisine 2012’de 1.350 lira maaş bağlanıyor. Bu durumda Akdeniz Oyunları’nda 500 altın için ne yapardınız? Rusya ve Türkiye… Doping belasının ağında iki ülke. Başarıyı her şeyin önüne koyan, tesisi yapmayı spor kültürü zanneden iki hükümet. Olimpiyatı iç siyasete malzeme yapan, sporu caka satmak sanan iki anlayış… Bitsin artık şu Suriye gerginliği. İki ülkenin dost olması gerekmiyor mu sizce de? Basbayağı kardeşiz yahu!

Herkes haddini bilmeli
Ne zaman bir doping skandalı olsa hemen şu konuşulur: Zaten atletizmde kontrollü doping vardır. Eğer bir ülkeye sürekli doping cezası veriliyorsa bu sadece spor politikası değildir, politikanın sporu da devreye girmiştir. Uluslararası kuruluşlar da en az doping yapan sporcular kadar kirlidir. Bu bir strateji, lobicilik işidir.
Diyelim ki öyle ve dopingin de bir siyaseti var. Bunu Ruslar belki söyleyebilir de, biz ne hakla söyleriz, onu çok anlamıyorum. Rusların tarihinde (geçtim SSCB dönemini) Isinbayeva, Popov, Karelin, Çiçerova, Lebedeva gibi isimleri bir düşünün. Biz kimi çıkardık peki? Son 20 yılda olimpiyat oyunlarına damga vuran kim var? Ya da birilerinin en sevdiği ölçütle, madalya sayılarıyla anlatayım: Yaz-kış birleşik 37 kez olimpiyatlara katılmışız, 39 altın (ortalama 1.05), toplamda 88 madalya almışız (ortalama 2.38. Kışta ise sıfır!). Rusya ise Sovyetler Birliği’nden ayrıldıktan sonra 11 olimpiyatta 182 altını olmak üzere 520 madalya almış. Ortalaması olimpiyat başına 16.5 altın; 47.3 madalya!
Yani Rusya bir spor devi. Atletizmde, yüzmede, takım sporlarında, kış oyunlarında bir referans. Dün de öyleydi, bugün de öyle, yarın da öyle olacak. Tabii ki yaptıklarının savunacak tek bir yanı yok. Ama hükümetler değişir, zihniyet değişir, Rusya gene spor sahnesindeki layık olduğu yeri alır. Peki ya Türkiye? Daha doğmadan boğduğu spor kültürünü bu doping hikâyeleriyle mi yeşertecek? Sonra da çıkıp bizim üzerimize oyunlar oynanıyor mu diyecek? Tabii tabii öyledir. Zaten 2020 Oyunları’nı de Geziciler yüzünden kaybettik, değil mi?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları