Kuzgun’la Sohbet: ‘Önce Sevmek Gerek...’

10 Temmuz 2016 Pazar

Bayramın ikinci ya da üçüncü günüydü. “IŞİD’in bomba patlatmasına gerek yok, biz zaten trafikte kendimizi telef ediyoruz” diye içimden geçirirken... Hayır hayır, kovdum kara düşünceleri kafamdan, bomboş İstanbul’un tadını çıkarıyorum.
Sabancı Müzesi’nin terasındayım. Karşımda, bütün görkemi, şaşaası, büyüsü, çılgınlığı ve avaz avaz haykırışıyla o kuşlar duruyor. Kuzgun’un kuşları.

Öncü bir sanatçı
Kuzgun Acar (1928-1976) çok zamansız yitirdiğimiz öncü ve usta bir sanatçı, muhteşem bir kişiliğe sahip benzersiz bir insan ve arkadaşımdı!
Onu tanımamış olanlar için, “arkadaşımdı” sözcüğünün gereği özelliklerini bir çırpıda sayabilirim: Efendiydi, çelebiydi, insana, doğaya, sanata saygılıydı (Çüş diyecek yerde “çüşünüz” derdi.) Edebiyat, tiyatro tutkunuydu. (Devrim İçin Hareket Tiyatro, Tös Tiyatrosu tanığımdır.) Bilgiliydi,kültürlerarası bütünlüğe inanırdı. Meraklıydı. Araştırmacıydı. Çalışkandı. Paris’te burslu yaşadığı yıllar dışında hep parasızdı. Şakacıydı. İronikti. Sosyalistti. Gülmeyi ve insanları severdi. İsyankârdı. (Akademiyi bitirdi ama Akademiye sığınmadı.) Kurallara hep başkaldırdı. Asla ödün vermedi. İlkelerinden vazgeçmedi. Veee olağanüstü yaratıcıydı.
Bütün bu saydıklarım onun o muhteşem yaratıcılığıyla birleştiğinde, onu hep ama hep öncü kılacaktı. Hiç kimsenin denemediği malzemelerle heykellerini yaparken heykel sanatının sınırlarını zorlayacaktı. Çiviler, teller, paslı demir parçaları, sanayi atıkları, onun hünerli elleri parmakları arasında yeni formlara kavuşuyordu. Bunları birbirine kaynaklayarak, birbiri içinde eriterek müthiş hareketli, çarpıcı eserler yaratıyordu.

Bir de işe yaradı mı!
Sabancı Müzesi’nin terasında Kuzgun’un kuşları ha uçtu ha uçacak derken birden Kuzgun’un kendisi çıkagelmez mi! Ne çok özlemişim! Başladık sohbete.
Kuzguni sesiyle, “Önce sevmek gerek, Sultanım” diyor. “Karşına bir malzeme çıkar. Ona sevgiyle yanaştıkça, sokuldukça tanırsın. Tanıdıkça da seversin. Bir kere sevdin mi, gönlünü verdin mi bu malzemeye, nakış da olur, heykel de, mask da...”
Ah o harikulade masklar! Mehmet Ulusoy’un sahnelediği, Metin Deniz’in o büyülü “perde”siyle bütünlenen “Kafkas Tebeşir Dairesi”nin tencere tava, çatal bıçaktan masklar... Deniz kaplumbağalarının kabuklarından giysiler! Resim ve heykeldeki bireysel çalışmasını işe yaratıyordu tiyatroda.
“Tiyatro bana kolektif namusun ne demek olduğunu öğretti. Heykel, resim gibi bir sanatın, ortak amaç için nasıl kullanabileceğini öğretti.”
“Heykeli öyle de yapsan olur, böyle de... Taştan mermerden oyarsın, çividen demirden dökersin, çanak çömlekten bükersin. Hepsi de olur... Ama bir de işe yaradı mı, bir de işe yarattın mı, o zaman öpülesiye, okşanılasıya güzel olur, doğru olur...” diyordu.

Esere saygı ya da saldırı!
Kuzgun aramızdan ayrılalı 40 yıl oluyor. 46 yaşındaydı. Önümdeki “Kuşlar” adlı eseri, yıllarca İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) ön cephesindeydi. Eser, 60’lı yıllardan bu yana doğal tahribat gördü. 2013’te Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı girişimi ve projesiyle korumaya alındı. İMÇ’nin maddi katkıları ve Fatih Belediyesi’nin lojistik desteğiyle restore edildi. 23 Ekim’e kadar Sabancı Müzesi’nin bahçesinde görülebilecek. Sonra ait olduğu yere İMÇ’ye dönecek.
Müze Müdürü Nazan Ölçer’in de vurguladığı gibi, “Bu eser, sanatın kamusal alanda, ticari bir yapı çerçevesinde varlık göstermesi konusunda özel ve öncü bir nitelik taşıyor.”
Bugün yapılan AVM rezilliklerine bakın, hangisinde sanat eseri görüyorsunuz? Oysa İMÇ mimarları, Doğan Tekeli, Metin Hepgüler ve Sami Sisa’nın ilkelerinden biriydi sanatla mimariyi iç içe yoğurmak.
Bugün yaşadığımız farklı bir gerçeklik: Son olarak Bursa’da gördük: Heykele saldırı, üzerine boya atmak! Bir önceki saldırı “Adem ve Havva” eserineydi şimdi de “Özgür Olmak” adlı esere! Her ikisi de 2011’deki Uluslararası Kuzgun Acar Heykel Sempozyumu’nda yabancı sanatçılar tarafından yapılmıştı!
Kardeşim böyle “sakıncalı” isimler koyarsanız heykellere, olacağı budur Yeni Türkiye’de!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları