Demirel-Özal kavgasından, Erdoğan-Gülen savaşına

06 Eylül 2016 Salı

1961 Anayasası sonrasında Türkiye, katılımcı demokrasi yolunda ilerlerken bir yandan da Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) projeleri, Demirel’in “dengeli” politikaları ile yürüyordu.
12 Mart ve 12 Eylül “küresel darbeleri” yaptırılarak zemin, “sağdaki iki güç ve parti omurgasına oturtuldu”.
Sahnede yalnız Demirel ve Özal vardı. Üstelik Özal, Washington Uzlaşısı’nı (*), 24 Ocak 1980 kararları ile uygulamaya koyan, “Demirel’in sağ kolu iken yapıldı”. Ne kadar da, başlangıçtaki Erdoğan- Gülen işbirliğine benziyor.
Ortaya, ABD (ve Batı) açısından çıban başı olarak anti-Amerikan Erbakan çıktı, tam da soğuk savaş biterken. Erbakan’ın 28 Nisan 1997’de Gülenci Cemaat tarafından tasfiyesi sonrasında “uyumlu ve ılımlı” İslamcılar işbaşına getirildi. Emperyalizmin “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” projesinde, “Amerikancı İslamcılar ile yerli İslamcılar” sisteme tamamen egemen hale getirildiler. (**)
Ancak Amerikancı İslamcıların, yani Fetö ’nün esas misyonu, Kürdistan’ın kurdurulması ve Lozan’ın tasfiyesi idi. İki İslamcı güç arasındaki çekişme, 2013’te savaşa dönüştü ve Amerikancı olanlar 15 Temmuz 2016’da darbe girişiminde bulundular.

Bizim çocuklardan, bizim imamlara...
12 Eylül 1980’deki çocuklar 15 Temmuz 2016’da artık yüksek rütbeli “imamlardı”. Derin devlette “imamlar”, askerlerden çok daha güçlüydüler: din ve inancı kullanarak kılcal damarlara kadar girebiliyorlardı.
İşler, 12 Eylül sonrasındaki Demirel-Özal çekişmesinden Erdoğan-Gülen savaşına dönüşmüştü. BOP, Kürdistan ve Lozan’ı tasfiye planları, ancak böylesine kanlı bir ortam içinde üretilebilirdi.
AKP dönemindeki Kürt açılımı ve Ankara ile Şam’ın (Esad) kavga ettirilmeleri iki köşe taşı oldu. PKK terörü her yere egemen oldu, Ankara’nın Suriye iç savaşında taraf yapılması, IŞİD ve diğer terör örgütlerinin Türkiye’ye taşınmalarına yol açtı. Üç milyon Suriyeliye ek olarak.
12 Eylül 1980, 1991 Çekiç Güç, 1997 28 Şubat, AKP’nin Kürt açılımı, Esad ile kavga, “domino taşları” gibi üst üste yığılarak işi 15 Temmuz Fetö ’cü küresel girişime kadar getirdi.
Demirel-Özal kavgalarında omurga, sağ zemine oturtularak Türkiye, “yeni küresel kapitalizme, tek yanlı olarak bağlanıyordu”.
Erdoğan-Gülen işbirliği ve savaşında ise Türkiye, “dinci bir zemine oturtuluyordu”. Artık kavgalar, dinci ve İslamcı odaklar ve güçler arasındaydı. Küresel emperyalizmin işi kolaylaşmıştı.
Türkiye ve Suriye’de olduğu gibi, ellerinde kullanabilecekleri örgüt sayısı iyice artmıştı. PKK, KCK, PYD, YPG, IŞİD, ÖSO önde gelenler: bunlara en az (20) tane daha eklenebilir.

‘Sistemin’ küresel şemsiyesi
Bugün Türkiye iki boyutlu bir tuzağın içine çekilmiştir;
- Türkiye, küresel iktisadi düzenin, tek yanlı, edilgen bir uzantısı durumuna sokulmuştur.
- Demokratik toplumcu örgütlenmelerden tamamen uzaklaşarak, dinci örgütlenmelerin egemenliği altına girilmiştir.
Bu iki negatif boyut birbirlerinin alternatifi konumunda değiller: birbirlerini tamamlamakta, hatta birbirlerine “dışsallık” sağlamaktadırlar.
İki faktör de Batı’nın Türkiye ve bölgedeki politikalarının araçları durumundadırlar.
Demirel-Özal çekişmesinde “sağın alternatifsizliği”, Erdoğan-Gülen kavgasında “İslamcılığın alternatifsizliği” Türkiye’ye dayatılmaktadır.
Türk milletinin önünde bugün iki seçenek kalmıştır: ya Atatürk Türkiyesi’nde uygar ve çağdaş değerlere sahip, üniter bir devlet olarak kalacak ya da sürüklenmek istenen Ortadoğu bataklığında, Irak ve Suriye’nin kaderini paylaşacaktır.
Erdoğan 15 Temmuz’da Fetö düşmanı ile karşılaşınca, AKP’ye dev Atatürk posteri koydurarak bunu kanıtlamadı mı?
(*) Doç. Dr. Özlem Arzu Azer, “Anılarda Gizli Kalan, Bir Aydının Portresi, s. 159, 160, Derin Yay, 2016
(**) Bahri Zengin’in 7 Şubat 2009 tarihli Ceviz Kabuğu programında, Hulki Cevizoğlu’na yaptığı açıklamalar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları