Hikmet Çetinkaya

At izi, it izi... Sapla saman...

25 Eylül 2016 Pazar

Hayatın içinde akan bir ırmak gibi bir şey olup bitenleri anlatmak...
Peki, biz bunları anlatabiliyor muyuz, aydınlık bir günün sabahında uyandığımızda neler olup bittiğinin ayrımına varabiliyor muyuz?
Söyler misiniz, toplum olarak hayatın neresinde duruyoruz biz!
Sevgi...
Sağduyu...
Hayat...
Sevgi...
Aşk...
Savaş..
Barış...
Kardeşlik...
Erdem...
Bunları alt alta koyduğumuzda, niçin barışın peşine takılmayıp savaş istiyoruz, neden demokrasiyi ve özgürlükleri çoğaltmak yerine, sevgiyi, aşkı, sağduyuyu elimizin tersiyle itiyoruz?
Otoriterliğin demokrasi diye yutturulduğu bir dönemde, kin ve nefret duygularını körüklüyor, yaftalamayı, her türlü kötülüğü geçerli kılıyoruz!
Hukuksuzlukları, baskıları görmezden gelirken, bizim gibi düşünmeyenleri “vatan haini” ilan ediyoruz...
Metrobüs şoförünü elinde şemsiyeyle dövmeye kalkan o magandayı nereye koyacağız, onlarca canı yok sayan, ölümsüz atlatılan o kazayı nasıl anlatacağız?
Şort giyen hemşireye otobüste saldıran, yaptığı iğrenç davranışa da “Beni tahrik etti” diye gerekçe gösteren bir başka magandanın bazı kesimlerden gördüğü desteği nasıl açıklayacağız?
Hayatı kucaklamak, sımsıkı sarılmak, çocuklarımıza güzel bir gelecek bırakmak için ne yapıyoruz!
Sözcüklerin arasında dolaşırken aşkın sonsuzluğunun avuçlarımızın içinden bir güvercin gibi kanat çırparak uçup gittiğini görüyorum...

***

Sabahın yasaklanmış anlamı, dayatılan sevgisizlik, insan onurunun ayaklar altına alınıp çiğnenmesi, dertleri haber yapmakyazmak olan muhalif gazetecilerin susturulmak istenmesi...
Yine bu sözcükleri alt alta koyup bakalım bir sonbahar sabahında...
İsterseniz biraz kafa yoralım, düşünelim aşkın sonsuz ırmağını anımsayarak...
Aşkın sonsuz ırmağı, hayatın akışıdır benim için.
Ve dün sabah Cumhuriyet’in manşetini görünce derin bir soluk alıp mavi gökyüzüne baktım.
Gazetenin manşeti Cumhuriyet’e yakışmıştı:
“600 haftalık direniş!”
Hilal Köse 600 haftalık direnişi yazmıştı...
Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu’yu kutladım önce, ardından Hilal’i...
İnsana dokunan, insan sevgisini yüreklere kazıyan haberler günümüz Türkiye’sinde azaldı.
İnsan sevgisini nakış gibi işleyen “Cumartesi Anneleri” 600 haftadır Galatasaray’da kayıp çocukları, yakınları için toplanıyorlardı...
104 yaşındaki Berfo Ana geldi gözlerimin önüne...

***

İnsanların bilgi ve düşünce sahibi olmasına katkı sağlayan mesleğin adı gazeteciliktir.
Bu mesleği yapmak suç değildir...
Elbet gazetecinin siyasi bir tavrı, tercihi, ideolojisi olur, bunu açık açık belirtir.
Gazetede yazılanları isteyen okur, isteyen okumaz...
Bugünün Türkiye’sinde muhalif gazeteciler suçlanıyor, dışlanıyor, yazdıkları haberler, yazılar bazen ağır olabiliyor.
Sert biçemle yazı ya da haber yazan gazeteciler, bunun için örgüt üyeliğiyle, terörist olmakla suçlanıyor.
Gazetecilere, akademisyenlere karşı niçin hoşgörüyle bakılmıyor?
Türkiye “Üçüncü Dünya Ülkesi” değildir...
Bir akademisyen, yazar, gazeteci yazılarında suç işlemiyorsa suçlu muamelesi yapılamaz...
15-16 Temmuz Fethullahçı darbe girişiminde, hükümetin “kaka çocuk” olarak gördüğü muhalif medya, darbecilere alkış tutmadı, çok açık tavır koydu ve koyuyor.
Cumhuriyet de bunlardan birisi...
FETÖ’cü darbe girişimini emekçi halkıyla, genciyle, yaşlısıyla, iktidarıyla, muhalefetiyle direnerek atlattık. Bugün ise sapla saman karıştırıldı ya da at izi it iziyle...
12 Eylül’ü hâlâ içimizden atamıyoruz, hukukun içinde yaşatıyoruz.
Cumartesi Anneleri niçin 600 haftadır çığlık çığlığa?
Neden!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları