Çiğdem Toker

Büyük ikramiye Varlık Fonu’na çıktı

09 Ocak 2017 Pazartesi

Türkiye Varlık Fonu (TVF) geçen ağustosta kuruldu. Yetki ve imtiyazları hayli genişti. İstenen her tür kamu varlığının buraya devri mümkündü.

Bu yüzden, kimileri “ikinci Hazine” dedi ona, kimileri de “ikinci Merkez Bankası”.
AKP, “200 milyar dolar toplayacak” denilen TVF’yi, Sayıştay denetimi dışında bıraktı.
Aslında hepten denetim dışında kalacaktı ama Meclis’te tartışma büyüyünce, “bağımsız denetim” maddesi eklendi.

Gelgelelim bu, Fon hesaplarının bütçede gösterileceği, ne olup bittiğinin görünür olacağı anlamına gelmiyordu.

İşi bilenler, “Türkiye’nin petrolü, değerli madenleri, gelir fazlası yok. Maksat fon yaratmaksa, önce mevcut borcu düşürün” dedilerse de işe yaramadı.

Zira lafta parlak cümleler edilse de asıl niyet, teklifin “gerekçe”sinde yazılmıştı:
“Otoyollar, Kanal İstanbul, üçüncü köprü ve havalimanı, nükleer santral gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan finansman sağlanması.”

Yani? Her vesile cebimizden beş kuruş çıkmadığı söylenen, lütuf gibi sunulan Yap İşlet Devret (YİD) modelli projeleri yapan müteahhitlerin mali sıkıntısını çözmek.
TVF bu işi nasıl mı yapacaktı?

İktidarın “verilsin” diyeceği her türlü kamu varlığını, menkul kıymet haline getirip piyasalarda satışa sunarak. Beklenen an, beş ay sonra geldi. TVF’nin “kâğıt” haline getireceği ilk kamu varlıkları OHAL kararnamesiyle belirlendi.

Ganyan kuponu Cengiz, Kolin için

Binlerce insanın yaşamını eksilten son OHAL KHK’si müteahhitlere yaradı.

Milli Piyango’nun, Türkiye Jokey Kulübü’nün lisans hakları ve at yarışlarının yapıldığı arsa araziler TVF’ye verildi.

(İşin ilginç yanı, Milli Piyango zaten özelleştirme portföyündeydi.)

Artık şunu söyleyebiliriz: Oynanacak her kupon, satın alınacak her bilet, kazınacak her kart, YİD projelerine bir yol olacak.

Siz bunu, millete küfreden Cengiz’in de aralarında yer aldığı az sayıdaki müteahhitler olarak da okuyabilirsiniz.

Döviz rezervleri eriyor

“Dolar bozdur” kampanyaları, dolardaki tırmanmayı, dolayısıyla TL’nin değer kaybını durduramadı.

Dolarizasyon arttıkça, döviz rezervleri de eriyor.

Merkez Bankası’nın brüt döviz rezervi, bir haftada 3 milyar 683 milyon dolar azaldı.

Bu azalışla rezervler de 92 milyar 51 milyon dolara geriledi.

Altı aylık ithalatı karşılamayan bir düzeyden bahsediliyor.

Hamaset nutukların arttıkça dolarizasyonun azalmadığı artık net biçimde ortada.
Peki, bu sonuçta, bir hafta içinde iki terör saldırısı yaşamamızın, ölüp parçalanmamızın da bir payı olabilir mi?

İktidar mensupları, soruyla ilgileniyormuş gibi görünmüyor.

Ama anlaşılmaz bir akıl tutulmasıyla anmadıkları bu gerçeği bildiklerinden de ben eminim: Can güvenliği ile ekonomiye güven arasında sanıldığında daha güçlü bir bağ bulunmakta.

Katliam, terör saldırısı, linç, toplumsal kutuplaşmayla yayılan şiddet dalgasını, bunun büyüttüğü can korkusunu azaltamazsanız enflasyonun çift haneye gitmesini önleyemezsiniz.

Bankalar her şeyi affeder mi?

Meclis’te bir torba kanun görüşülüyor. Emekli aylıklarına zam diye başlayıp, 19 kanunda değişiklik yapan bir tasarı bu. Esnafın, KOBİ’lerin bir süredir beklediği sicil affıyla ilgili madde de bu “torba”da. Fakat söz konusu maddede öyle bir gramer ayrıntısı var ki, getirilen sicil affının boşa çıkması riski içeriyor.

Madde, sicil affından yararlanan kişi ve işletmelerin tekrar kredi için başvurduklarında “Bankalar, kredi kuruluşları ve finansal kuruluşlar tarafından dikkate alınabileceği...” ifadesini içeriyor.

Bu risk, genel kurulda tartışıldı. CHP’li Bülent Kuşoğlu, o ifadenin bankalar ve finans kuruluşları açısından “zorunluluk” hükmü taşıması gerektiğini, aksi halde Risk Merkezi’nin, pekâlâ kendi kayıtlarını dikkate alabileceğini söyledi: “Tavsiye niteliğinde kanun yapma anlayışı söz konusu olamaz. Bunun esnafa, KOBİ’lere hiçbir faydası yoktur.

Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın cevabı “Tasarının arkasındayız endişe etmeyin” oldu.
Bu arada, anlattığımız görüşmenin AKP’li vekillerin sahte pusula kullandığı tasarı oturumu olduğunu da not düşelim.

Başkanlık hesabı OHAL KHK’sinde

OHAL rejiminde güvenlik önlemlerinin artırıldığı varsayılır değil mi?
Böyle bir rejimde gerçekleştirilebilmiş Reina katliamının faili hâlâ ortada yok.
Buna karşın, katliamın ardından “Mahallemize cihatçı çeteleri sokmayacağız” diyen gençler cezaevinde. Son üç OHAL KHK’si, 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin sonuçlarına yönelik tedbirlerle zerrece ilgisi olmayan maddeler içeriyor.

Hâkim ve savcı alımında 70 puan koşulunun, uzman çavuş alımında eğitim koşulunun kaldırılması, kamudan ihraç edilenlerin emekli ikramiyelerine el konularak mutlak yoksulluğa mahkûm edilmeleri de öyle.

İhraç edilenler arasında görme, yürüme engelli kişilerin bulunması da imza sahiplerine pek dert olmamışa benziyor.

Bir KHK’de de Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun bir maddesi yeniden düzenlenmiş:

“Yerleşim yeri adresi yurtdışında olan Türk vatandaşlarının adres kayıtları, yaşadıkları ülkede kullanılan adres verilerine veya o ülke ve bağlı olduğu temsilcilik bilgisine göre tutulur.”

Böylece yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının yurtdışı seçmen kütüğüne adres beyanı zorunluluğunu kaldırılıyor.

Maddenin, bugün görüşmeye başlanacak, baharda da referanduma sunulması düşünülen Türk tipi başkanlık ile bir ilgisi yoktur tabii. (!) Sahi OHAL kimin içindir?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları