Çiğdem Toker

‘Tehlikenin farkında mısınız?’

30 Temmuz 2017 Pazar

İçimizi şaşkınlık, öfke, bulantı karışımı duygularla dolduran haber, Gülseven Özkan imzasıyla Hürriyet’teydi dün.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Ensar Vakfı ile “çeşitli eğitim, seminer ve sosyal etkinlikler düzenlenmesine dair” beş yıllık işbirliği protokolü imzalamıştı.
- Hani, 2010-2015 yılları arasında Karaman şubesindeki görevli öğretmen M.B’nin, toplam 45 çocuğa istismarıyla 508 yıl hapis cezasına çarptırıldığı Ensar.
- Hani, 2008’de Çorum şubesindeki öğretmen Z.İ’nin iki kız öğrenciye tecavüz suçlamasıyla Kasım 2016’da 12 yıl 6 ay hapis cezası alarak tutuklandığı Ensar.
- Hani, Rize Şubesi eski başkanı M.N.G’nin küçük yaştaki iki erkek çocuğa cinsel istismar suçlamasıyla 24 yıl 7 ay hapis cezası aldığı Ensar.
Evet, MEB, bu Ensar ile yaptığı protokole göre, “vakıfla ortaklaşa belirlenen kulüplerin ortaöğretim kurumlarında kurulmasına” imkân tanıyacak.
Eylül gelip okullar açıldığında Ensar Vakfı, sizin de çocuğunuzun okulunda faaliyet göstermeye başlayabilecek demek bu.
Hiç lafı dolandırmayacağım: Şu gayet somut, şu içimizi parça parça eden vakalar ışığında Ensar’ın okullara girip eğitim verme ihtimali, çocuklarımız açısından korkmamız gereken bir durumdur.
Gazeteci olarak da diyorum ki:
Bu iş, müftülere nikâh izni planından bağımsız değil.
TBMM’ye giden hükümet tasarısında küçük kız çocuklarını, para uğruna evlatlarının kuma olarak harcanmasına izin veren ailelerin, doğacak bebekleri “yasallaştırılması”nın altyapısı da var çünkü. (Tasarıda “Doğum bildirimi; veli, vasi, kayyım, bunların bulunmaması halinde çocuğun büyükana, büyükbaba veya ergin kardeşleri ya da çocuğu yanında bulunduranlar tarafından yapılacak.”)
Hepsi bir stratejinin parçaları.
Evrim ve laiklik müfredattan çıkıyor, cihat giriyor. Selefilik övülüyor.
Müftülere evlendirme yetkisi veriliyor.
Kulüp kurma marifetiyle Ensar’a ortaokul ve liselere girme yetkisi veriliyor.
Bunların hepsi on günde oluyor.
Cumhuriyet 11 yıl önce uyarmıştı:
“Tehlikenin farkında mısınız?”

Hangi adalet?
Kuşku yok, tahliyelerin tek tek, bireysel dünyalar açısından bir karşılığı, anlamı var. Günışığına, deniz kokusuna, yeşile, gülüşlere dostlara yakın olunacağı için.
Ama işte bu kadar.
Yoksa mahkeme kararının adalet ile “zerre-i miskal” ilgisi yok.
Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Ahmet Şık Silivri’ye geri döndü.
Niyeymiş? Deliller toplanmamış.
Karatma şüphesi varmış.
Yurtdışından gözaltına alınacağını bilerek ve önceden duyurarak dönen Akın Atalay’ın, kendisinin hakkında da karar olduğunu öğrenince yazıişleri masasından kalkıp Emniyet’e giden Kadri Gürsel’in, Murat Sabuncu’nun Ahmet Şık’ın yani.
Lütfen “hangi delilleri” diye sormayın.
Mahkeme dört Cumhuriyetçinin henüz toplanmamış delilleri karartacağını düşünüyor.
Adalet olmadığı gibi inandırıcılık gibi bir kaygı da yok, niye olsun. Dert inandırıcılık olsa, FETÖ üyeliğinden yargılanan sanığın savcı, Fethullah Gülen’in gerisinde bol miktarda el pençe divan fotoğrafları bulunan, 17 Aralık’tan sonra “Ak Parti gider pak parti gelir” dediği program kaydı Beyaz TV arşivinde bulunan sağ kol Hüseyin Gülerce’nin tanık olduğu, tarihe “parkeci-pideci” diye geçecek bu iddianameyi geri çevirirdi.

***

Hoş geldiniz, sevinç ile;
Bülent Utku, Güray Öz, Turhan Günay, Musa Kart, Mustafa Kemal Güngör, Hakan Kara, Önder Çelik.

Terim’in tazminatındaki ‘hakkımız’
Kısa, kısacık bir süre de olsa kamuoyu gerçekten istifa ettiğini sandı.
Ne zaman ki Türkiye Futbol Federasyonu’ndan (TFF) alacağı tazminat ortaya çıktı. O vakit Fatih Terim’in gidiş biçiminin istifa değil, gönderilme olduğu anlaşıldı.
Ödenecek tazminatın tutarı (3.5 milyon Avro) tartışmayı büyüttü.
Bugünün kuruyla 14.5 milyon TL demek olan bu tazminat, hemen TBMM gündemine taşındı. Sosyal medyada da yoğun tartışıldı.
Dört kişilik ailenin açlık sınırı 1529 TL’yken, bu parayı helal etmediklerini yazanlar az değildi.
Hal böyle olunca merak ettim.
Yani Terim’in tazminatında biz sıradan ölümlülerin dolaylı da olsa payı var mıdır, varsa nedir diye merak ettim.
TFF’nin 1 Haziran 2016 /31 Mayıs 2017 dönemi Finansal Tablolar ve Bağımsız Denetim Raporu’na baktım. Federasyon’un bu dönemde, yani bir yıllık geliri 472 milyon 616 bin 663 TL’ymiş.
(Dolara çevrilirse 135 milyon dolar, Avro üzerinden 107.4 milyon Avro yapıyor.) TFF gelirlerine kaynak dağılımına baktığımızda en büyük kalem 125.6 milyon TL ile TV radyo naklen yayın ve reklam gelirlerinde. (Bu da Digitürk olarak bildiğimiz Krea İçerik şirketiyle yapılan sözleşmeye dayalı.)
İkinci sırada 61.7 milyon TL ile sponsorluk gelirleri. Üç ve dördü ise küçük tutar farkıyla altyapı fonu gelirleri ile spor toto ve spor loto gelirleri paylaşıyor. 40.8 milyon TL altyapı fonu, 40.1 milyon TL de spor toto ve loto gelirlerinden.
Dolayısıyla, Terim’e ödenecek (ya da ödenen) 14.5 milyon TL tazminat ile ilgili bir kamusal yorum yapılacaksa, TFF’nin bir yıllık gelirindeki payının 40.1 milyon TL’si üzerinden yapılmalı.

‘Ana akım’ başka akıyor
Bu yazı, hâlâ ana akım tabiri kullanarak, mazideki “ana akım” kuruluşlarını kastettiğini düşünen arkadaşlar, dostlar için.
Cumhuriyet davasını ilk sayfadan duyurmayan gazeteleri, tahliyeleri canlı olarak vermeyen TV kanallarını eleştirirken “ana akım” demiyorlar mı, hayret etmemek zor.
Zor olsa da kabul etmemiz lazım.
Ana akım kavramı Türkiye’de anlam ve içerik kaymasına uğrayalı çok oluyor.
Hedef gösteren, itibar suikastı yapan, kasten yalan haber hazırlayan, ortaya çıkınca kılı kıpırdamayan, kaybedeceği çok şey olan ve bunların hepsi de dünya nimetlerine dair olan dinci görünümlü gazete ve TV’ler, bugünün ana akımıdır.
Vaktiyle “ana akım” diye bildiğinizbildiğimiz gazete ve TV’lerin birçoğu da, Erdem Ongun’un babası, tutukluluğuna devam kararı verilen değerli Kadri Gürsel’in tabiriyle “ana akım enkazıdır.”
Beklentiniz olmazsa, hayal kırıklığına uğramazsınız.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları