Sözü dönüştüren anlatıcı: Hasan Özkılıç! Feridun Andaç’ın yazısı...

Yolda olmak… Yola düşmek… Hasan Özkılıç’ın Şima (Everest Yayınları) romanını okurken çıktığınız okuma yolculuğunda “yol” imgesinin bütün durumlarını / duruşlarını derinlikli biçimde hissedersiniz. Yol, bir durumdur; yola düşen kişinin de yolda olma hali bir duruşu sergiler.

Sözü dönüştüren anlatıcı: Hasan Özkılıç! Feridun Andaç’ın yazısı...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 26.06.2022 - 00:02

 

YİRMİ DOKUZ BÖLÜME YAYILAN BİR YOL HİKÂYESİ!

Hikâye anlatıcılığında yol, birçok anlam içerir. Sözlü anlatıdan taşınan âşk / âşık hikâyelerinde yola düşmek çoğunlukla bir arayışı, gitmeyi, kavuşma özlemini simgeler. Âşık olunanın peşine düşmek, kaybedilene, gidene varmak arayışıdır aynı zamanda.

Şima bu anlamda sözlü anlatı geleneğinin anlatı formu, izlek çeşitliliğini içeren bir doğu anlatısı olarak çıkar karşımıza.

Hasan Özkılıç, geleneksel ile moderni buluşturan bir bakış / anlatım üzerine kurar Şima romanını. Anlatılan hikâye ile yazılan romanın içselleştirilip kurgulandığı anlatı; “şimdi”nin yaşanılanı / anlatılanı olarak üst-kurmaca biçimi / söylemi karşımıza çıkar.

Öyle ki; yirmi dokuz bölüme yayılan yol hikâyesini yaşayan / anlatanın bakış açısıyla okuyup izlerken; yaşanan / dönülen / hissedilip yazılan zaman’ın anlatıcısı da “şimdi / oda” adı verilen yedi bölümde, adeta yolun / yolcunun / yolda olanın / arayanın / anlatanın gölgesi olarak bu anlatıyı kurma öyküsünü dile getiren yazar’ın sesi olarak karşımıza çıkar.

DOĞU İMGESİ...

Özkılıç anlatısını katmanlı kılan yalnızca bu kurgulayış biçimi değildir. Bir hikâye anlatıcısı olarak karşımıza çıkan Behram; kaybettiği, ardına düştüğü Şima’nın “Kerem”idir aynı zamanda. Bugünün aşklarının nasıl yaşandığının gösterenidir.

“Doğu” imgesi her yönüyle romanın dokusunda yer ediyor. Anlatılan mekânlar, yansıtılan tutkular, dile getirilen geleneksel yaşam izleri.. ilk belirenlerdir.

Şima ile Behram hikâyesi, çağdaş Kerem ile Aslı hikâyesidir bir bakıma! Aşka, kadına, Doğu’daki kadının var oluşuna bakıştır Şima’nın öyküsü. Ardına düşülen, küstürülen, bırakılan, sevilen, aranan, karşılaşılan, tutkuyla bağlanılan… Yitirince de değeri anlaşılan, tutkunun ve sevmenin ne anlama geldiğini öğrenen / öğreten…

HİKÂYE İÇİNDE HİKÂYE, MASAL İÇİNDE MASAL!

Hikâye içinde hikâye, masal içinde masal forumunu iyi bilen bir anlatıcıyla karşı karşıyayız. İran’ın sınırımıza yakın kenti Maku’dan Tebriz’e, oradan İsfahan’a uzanan yolculukta Behram, kendisini terk edip yurduna dönen Şima’nın arayışındadır.

Onun yolda olma halinin öyküsünü, başından geçenleri, karşılaştıklarını, hissettiklerini, tutunduklarını dile getirirken; biz de, okur olarak o hikâye anlatıcısına (inanarak) eşlik ederiz.

Özkılıç, yapıtının üst-kurmaca yanını pekiştiren bir başka şey daha yapar; yazar-anlatıcı’nın -bu hikâye anlatıcısının gölgesi olarak, o çıkılan yolculuğun seyrini görsel olarak zenginleştirir. Bunu da romanın sayfa kenarlarında kare kot kullanarak yapar, orada gidilen / anlatılan yerlerin görsel olarak izlenmesini sağlar.

Bir bakıma yazarın eşlik ettiği “hikâye”Behram’ın başından geçenlerin tanıklıklarının “mekânsal hakikat”ını yirmi beş kare kod’un gösterimi, metinsel / anlatı bağlantılarıyla verilmesi de kurmacayı zenginleştirir.

BUGÜNÜN ‘YENİ ROMAN’ FORMU!

Bugünün “yeni roman” formunun nasıl olabileceğini, klasik anlatı biçimini tamamen unutarak yazmak yerine, bunu çeşitlendirerek yazmanın kaçınılmazlığına bir örnektir Şima’da Hasan Özkılıç’ın kullandığı form.

Romanda sıklıkla, yinelenerek karşımıza çıkan Sabırtaşı Evi, Şairler Mezarlığı, kör adam motifleri yer yer metafor, göndermeleri olan simgelerdir. Olan olmayanı, yaşanan yaşanmayanı, görünen görünmeyeni bağlantılar kurma yordamı olarak okumamızı sağlar.

Roman yola düşme, arayış hikâyesiyle başlayıp ilerlerken, anlatıcı Behram, bu kez, karşılaştığı kişilerin hikâyelerini kendi hikâyesine katarak arayış yolculuğuna devam eder. Anlatılan her bir hikâyedeki gerçeklik, adeta anahtar / açımlayıcı / bağlantı kurucu öge / motif olarak, romanın anlatı dokusun biçimler.

Elbette bunların başında Melike’nin hikâyesi gelir. Bir “siga kadını” olarak tutsak olduğu bir törenin “kurban”ı Melike; romanın taşıyıcı, dönüştürücü figürüdür. Öyle ki adı hep bir iz olarak romanda yer eden Şima’yı da gölgeler.

Anlayan, anlatan, sürüklenen Behram, Doğu tutkusunun bir kahramanıdır. Bildik Doğu aşk hikâyelerinin nerede / nasıl yaşanabildiğini hatırlatandır. Tutkuyu askıda bırakandır. Anlatıda karşımıza çıkan âşık kadınlar / âşık olunanlar, bu uğurda şiir yazanlar, yazılan şiirlerde kendilerini bulanlar bu hikâyenin tamamlayıcı unsurlarıdır.

Şima’nın annesi Sahar Hanım’ın şair Pervin-î İtisâmî’nin yazdıklarında kendini bulması; Melike’nin köyündeki cüzzam hastalığı üzerine belgesel film çekimine gelen Füruğ’un ondaki izleri, ailede okunan şiirleri…

ŞİİR ÜLKESİ İRAN’IN KADIN ŞAİRLERİNE GÖNDERMELER

Bir “şiir ülkesi” olan İran’ın kadın şairlerine yapılan göndermeler Behram’ın ve yazar-anlatıcı’nın bunlarla ilgisi romanı zenginleştiren göndermeleri içerir.

Kendisini terk eden eşi Şima’nın ardına düşen Behram’ın hikâyesi bir yanıyla yol / yolculuk anlatasıdır, diğer yanıyla da tutkulu aşkın sürükleniş öyküsüdür. Tebriz ise romanın dokusunda bir kent olarak varlığını hissettirir.

Hikâyesi anlatılanla öyküsü yazılan romanın anlatı katmanında iki ses olarak belirir. “Şimdi” ve burada olup bitenlerin tanığıdır anlatıcı ses. Yaşayanla görüp gözleyinin buluştuğu bir anlatı olarak Şima, doğu anlatıcılığın renklerini taşıması bakımından da uzun süre hafızanızda yer edecektir eminim.

Romanı okuyup sonlarken, sizde kalanları / iz bırakanları düşünürken, Javier Cercas’ın şu cümlesini de anmanızı isterim: “Kurmaca kurtarır, hakikat öldürür.”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler