Kanadoğlu: Cumhuriyetin savcısıydım | Türkiye’nin kaderi 1999 yılında değişti

Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, anılarını ve yakın geçmişin bunalımlı süreçlerini Cumhuriyet’e anlattı.

Yayınlanma: 04.01.2022 - 04:00
Kanadoğlu: Cumhuriyetin savcısıydım | Türkiye’nin kaderi 1999 yılında değişti
Abone Ol google-news

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Siirt seçimini iptal etti ve yeniden yapılmasına karar verdi. Böylece Erdoğan milletvekili seçtirildi. Oysa yenilenen seçimde, daha önceden aday gösterilmiş kişiler, listede kaydırma yapılarak aday olabilir. İlk seçimde yeterliliği bulunmayanlar, yenileme seçiminde aday olamaz ama oldu. Bütün bunlar, o tarihteki YSK’nin Türk siyasi hayatının geleceğine damgasını vurmasına neden oldu. Ahmet Necdet Sezer sonrası Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde ise Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanının toplantı yeter sayısıyla seçilebileceğine oyçokluğuyla karar verdi... Hiçbir çağdaş demokraside hiçbir YSK kanuna rağmen karar veremez. Önceki hatalar yetmedi, YSK aynı marifeti 2019 yerel seçimlerinde İstanbul’da da gösterdi.    

TÜRKİYE’NİN KADERİ 1999 YILINDA DEĞİŞTİ

Yargıtay’a seçildiğim 1984 yılı temmuz ayında yüksek mahkemede iki seçim vardı: Birisi başkanlık seçimi, ikincisi de Anayasa Mahkemesi’ne üye seçimiydi. O sırada Yargıtay’da kabul edilen görüş, mümkün olduğu kadar emekliliğine çok az süre kalan isimleri seçelim, onları üst üste Anayasa Mahkemesi’ne üye gönderelim, bu durum bir yerde Kenan Evren anayasasına karşı protesto olsun. Buna itiraz ettim. Gerçekte uzun süre çalışabilecek, layık arkadaşların seçilmesinden yanaydım. Bu görüş kabul edilmedi ve biz altı ayda bir seçim yaparak sözde 12 Eylül düzenini protesto etmiş oluyorduk. Hataydı bu. Gerçekte Anayasa Mahkemesi’nde Yargıtay etkinliğini ortadan kaldırıyorduk. Yargıtay’ın bir başka hatası da YSK’ye üye seçimindeki tutumuydu. YSK’de daha çok çocuğunu evlendirecek olan, ev alan, borcu olan, yani maddi bakımdan ek ücret alabilecek üyelerin seçilmesi yoluna gidiliyordu. Biz böylece YSK’yi ihmal ettik ve yapılan bu hata Yüksek Seçim Kurullarının arzu edilen biçimde oluşmasını önledi ve AKP’nin kazandığı 3 Kasım 2002 seçimleri, Türkiye’nin siyasi rejiminin dönüştürülmesine aracı oldu. Şöyle ki: Hasan Celal Güzel’in Yeniden Doğuş Partisi, 3 Kasım seçimlerine katılabilecek partiler arasındaydı. Bu parti seçimlere katılma hakkı bulunmayan Genç Parti Başkanı Cem Uzan tarafından satın alındı ve genel kurul toplantısında parti, adını, amblemini, genel başkanını değiştirdi, Genç Parti oldu. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olarak bu gelişmeyi “metamorfoz” olarak değerlendirdim ve YSK’ye başvurdum: “Burada hukuka karşı hile vardır, bu metamorfozun seçime girme yetkisi yoktur, bunu kaldırın.” Bunu YSK’ye kabul ettiremedik. Daha kötüsü, Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan’la kardeşi Hakan Uzan’ın Ürdün vatandaşı olduğuna dair Ürdün resmi gazetesi ile bize bir ihbarda bulunuldu. Bu şekilde izin almadan bir başka ülkenin vatandaşlığını kabul etmek, Türk vatandaşlığından çıkarılma sebebiydi ve yapılacak tek şey Bakanlar Kurulu tarafından vatandaşlıktan çıkarılmalarıydı. Bir sayın koalisyon liderinin imzalamaması nedeniyle bu kararname çıkarılmadı ve böylece Genç Parti seçime girdi. Yüzde 7.25 oranında 2 milyon 285 bin 500 oy aldı.   

Kanadoğlu ile Erdoğan, adli yıl açılış töreninde.

REJİM DEĞİŞİMİNDE İLK DÖNÜM NOKTASI  

Dahası, seçimlere yaklaşık bir ay kala bir ihbarla, DEHAP’ın seçime katılma koşulu olan 41 ilde örgütü olmadığı iddia edildi. İl seçim kurullarına durumu sordum. Sonuç: DEHAP’ın yalnızca 6 ilde örgütü vardı. Sahte beyanda bulunmuşlar, bu halleriyle 1999 seçimlerine de girmişlerdi. YSK’ye yeniden başvurdum, DEHAP da seçime katılamaz diye. Somut kanıt olmadığı gerekçesiyle başvuru reddedildi. Bu iki seçime katılan DEHAP’ın başkan ve genel sekreterler için evrakta sahtekârlıktan dava açılmasını Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan istedim, dava sonunda mahkûm oldular, kararları onandı ama ne çare; DEHAP’a verilen yüzde 6.23 oranında 1 milyon 960 bin 660 oy da heba oldu. Eğer Genç Parti ve DEHAP’ın seçime katılmamaları YSK tarafından kabul edilseydi, AKP yüzde 34 oyla TBMM’de yüzde 63 oranında temsil etme olanağına kesinlikle kavuşamayacaktı. Türk siyasetinin çehresi değişecekti. Çünkü AKP’nin kazandığı o seçimde DYP aşağı yukarı yüzde 9 oy almış ve baraj altında kalmıştı. 

BAHÇELİ, "SAYIN BAŞSAVCIM SİZ HAKLI ÇIKTINIZ" DEDİ

MHP de yüzde 7.5’te kalmıştı. 2004 yılı Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu için Çankaya Köşkü’nde yan yana geldiğimizde Sayın Devlet Bahçeli, “Sayın Başsavcım, ne söyleyeyim, siz haklı çıktınız” dedi bana. Haklı çıktık da neye yaradı? MHP’nin oylarının büyük bir bölümünü Cem Uzan almış, MHP baraj altında kalmış, AKP böylelikle az oy oranı ile Meclis’te büyük çoğunluğa sahip olabilmişti. Bu da yetmedi. YSK, Siirt ili seçimini iptal ederek seçimin yeniden yapılmasına karar verdi. Recep Tayyip Erdoğan milletvekili seçtirildi. Bir ilde seçimin yenilenmesi yapılacaksa orada daha önceden aday olarak gösterilmiş kişiler listede kaydırma yapılarak aday olabilirdi. Liste dışından ilk yapılan seçimde seçilme yeterliliği bulunmayanlar yenileme seçiminde aday olamazdı ama oldu. Yani bütün bunlar, o tarihteki YSK’nin Türk siyasi hayatının geleceğine damgasını vurmasına neden oldu ve Türkiye’nin kaderini de değiştirdi.  

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ VE 367

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı oluncaya kadar anayasa, merak ettiğim bir konu varsa ya da bakmakta olduğum bir davada inceleme gerekiyorsa başvuracağım bir ana kitaptı. Başsavcı olduğunuzda ise anayasa tamamen gereklidir çünkü anayasal düzenin savunulması bakımından başvurulacak tek başvuru kitabıdır. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresi bitip yeni Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşırken anayasaya bu açıdan yaklaştım. 12 Eylül 1980 öncesinde Cumhurbaşkanlığı seçimleri artık bir fiyasko haline gelmiş, 124 tur oylama yapılmış; bu oylamalar sonucu cumhurbaşkanı seçilememiş ve 12 Eylül’ün gerekçelerinden biri haline getirilmişti. 

Sezer’in görev süresi bitip yeni Cumhurbaşkanlığı  seçimi yaklaşmıştı. 1982 Anayasası uzlaşıya yönelik maddeler içeriyodu. Ancak seçim maddesinde uzlaşmayı sağlayacak açıklık yoktu.

BUNALIMA KARŞI GETİRİLEN HÜKÜM

12 Eylül öncesi yaşanan Cumhurbaşkanlığı bunalımına karşı 1982 Anayasası, bir ay içinde cumhurbaşkanı seçilemezse seçimin yenilenmesi hükmünü getirmiş. Yani anayasa, TBMM’deki milletvekillerine, yeniden seçime gitmeyi istemiyorsanız, o zaman oturun konuşun, uzlaşın demeye getiriyordu. İkincisi, seçeceğiniz kişi tarafsız, bütün Türkiye’nin cumhurbaşkanı ve herkesin kabulleneceği bir kişi olacak diyordu. Peki bu kurallar neyi gerektirir? Uzlaşmayı gerektirir. Anayasada vardığım sonuç bu oldu. Ancak, anayasadaki cumhurbaşkanlığı seçim maddesinde bu uzlaşmayı sağlayacak biçimde bir açıklık yoktu ve yorum gerektiriyordu. Bu yorum sorunu, toplantı oy sayısı üzerinden mi, yoksa karar oy sayısı üzerinden mi yapılacağı üzerinde odaklanıyordu. Eğer ilk iki turda TBMM’de üçte iki sağlanamıyor ise  üçüncü tur, artık o iki turu anlamsız hale getirecek biçimde yorumlanırsa sorun yoktu. Yani cumhurbaşkanı üçte iki ile seçilsin. Tamam üçte iki ile seçilsin de eğer uzlaşma istiyorsan bu uzlaşmayı yapmaya gerek yok. Anayasa’nın ilgili maddesi “Elde üçte iki çoğunluk olan 367 yok da 330 var yahut 320 var. İki tur yaparız, üçte iki sağlanmaz, sonra üçüncü turda nasıl olsa 320 ya da 330 ile çoğunluğu sağlar, cumhurbaşkanı seçilir” diye yorumlanırsa bu, hukuka karşı bir arkadan dolanma oluyordu. 

AKP’YE EN BÜYÜK YARDIMI YAŞAR BÜYÜKANIT YAPTI

Oysa anayasa, bir aylık süre tanımış; uzlaşma sağla, tarafsızlığa layık bir adam seç demişti. “O halde otur, konuş” demekti bu. Peki, nasıl olacak bu uzlaşma? Danışmayla olur, tartışmayla olur. Bunun için de cumhurbaşkanı seçimi için TBMM’de toplantı oy sayısı gerektiğini ısrarla savunduk. Başvuru yapılmış, Anayasa Mahkemesi, konuyu karara bağlayacaktı. Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı TBMM toplantısına çok az zaman kalmıştı. 27 Nisan 2007’de dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ortaya çıktı ve internet üzerinden bir açıklama yaptı. “Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorunun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumda olduğu ve bu durumun, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlendiği”ne ilişkin bir açıklama yaptı. E-muhtıra diye tanımlanan bu açıklamayla, internet darbesi mi yoksa internet uzlaşması mı, anlaşması mı, ne derseniz deyin, AKP’ye yapılabilecek en büyük yardım yapılmış oldu. Zaten ertesi gün AKP yöneticileri bir demokrasi kahramanı gibi ortaya çıktılar. 

Ardından Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanının toplantı yeter sayısı ile seçilebileceğine oyçokluğu ile karar verdi. Seçime gidildi, AKP yine zafer kazandı. Ve yine uzlaşma gündeme geldi. Önce Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkan adaylığından vazgeçti. O tarihte Cumhurbaşkanlığı için adı geçenler arasında Vecdi Gönül vardı. Devlet Bahçeli araya girdi, uzlaşma ikinci planda kaldı ve Abdullah Gül seçildi. Zaten cumhurbaşkanının halk tarafından seçilme olayı gündemdeydi, o anayasa değişikliği o arada kabul edildi ve cumhurbaşkanının seçimi de böylece yapılmış oldu. Sonrası? Geldiğimiz yer ortada... 

ZARFTAKİ 4 OYDAN 3’Ü GEÇERLİ 1’İ GEÇERSİZ  

2003 seçimleri, daha sonraki Yüksek Seçim Kurullarında sanki “Ne istersek yapabiliriz” düşüncesini de egemen kıldı. Böylece YSK, kanuna rağmen kendi kararını egemen kılarak bir halkoylamasının sonucunu etkiledi. 2017 referandumunda anayasa, YSK kararıyla mühürsüz oylar ile kabul edildi. Mühürsüz oylar, kanunun tam tersine ve hiç olmayacak biçimde seçme özgürlüğünü sanki sağlar gibi, sanki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi buna ait kararlar vermiş gibi kabul edildi. Oysa hiç ilgisi yok. YSK, sayım sonrası sandık kurullarının mühürsüz oyları da mühürlemesini isteyerek seçimi şaibeli hale getirdi. Acı olan taraf, YSK’nin kanuna rağmen kendi kararını halk-oylamasına hâkim kılması, muhalefet partileri tarafından da, halkımız tarafından da gerekli ve yeterli tepkiyi görmedi. O halkoylamasına gidiş zaten olacak iş değildi. Çağdaş demokrasilerde, “Cumhurbaşkanı anayasaya uymuyor, suç işliyor, biz bunu önlemek için ona uygun bir anayasa değişikliği yapalım” teklifini bir muhalefet partisinin yapması herhalde görülmüş şey değildir. Bir çağdaş demokraside, halkoylamasında kabul çıkması için devletin tüm olanaklarının seferber edilmesi de görülmemiştir. Elbette hiçbir çağdaş demokraside, hiçbir YSK kanuna rağmen karar da veremez.  O da yetmedi, Yüksek Seçim Kurulu, aynı marifeti 2019 İstanbul yerel seçimlerinde de gösterdi. Yani bir zarf düşünün ki, o zarfın içinde 4 oy var, 3’ü geçerli 1’i geçersiz. Böyle bir şey olabilir mi hiç?  

YARIN: PARLAMENTER SİSTEMİN KARİKATÜRÜYLE OLMAZ


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler