Adnan Binyazar

Köprülere Şiirler

25 Şubat 2022 Cuma

Şair, kendi yuvasının mimarı kuştur; gagasıyla ağaç gövdesini delen ağaçkakan ne ise odur!

Ataol Behramoğlu’nun uzun yıllar önce tasarladığı Köprülere Şiirler’inden önce (TY, 2021) kitabın önsözü okunmalı: 

1970 başlarının Londrası’nda Thames kıyılarında hüzünle dolaşan genç şairin aklından gerçekten de Dylan Thomas’tan şiirler geçiyordu. On dört yıl sonra, (...) 1984’te trenle Drama Köprüsü’nden geçerken, o şiirden söz eden şiirimi yazıyordum...” 

BEHRAMOĞLU’NUN ŞİİRİ

Behramoğlu, yazınımızda, bugün etkisini daha çok duyuran “İkinci Yeni Şiir” akımının öncüsü Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar gibi şairlerin en olgun dönemlerini yaşadığı bir ortamda şiirlerini yayımlamaya başladı. Bir tek dizesiyle bile o şiir akımının çekiciliğine kapılmamış, insanı emekçi varlığıyla algılayarak kendi şiirinin izinde yürümüştür. O nedenle Behramoğlu’nun şiirinde sözcükler titreşime uğrayarak anlam aramaz. Onun şiiri, anlam kurguludur. Neredeyse elli yıldır, onun duygu gözesinden gerçeğin şiirleri akar. Şiirlerinin geniş okur kesimleri arasında dolaşımı buna da bağlanabilir... 

KÜTÜKTEN KAFALAR 

Yalnız kendi şiirinde mi, evrenselleşen şairlerden yaptığı çevirilerde de anlamsallık egemendir. Berlin’de işçilerimizin çocuklarının okuyacağı anadili kitaplarını hazırlarken, onların gereksinimini göz önünde bulundurmuştum. Behramoğlu’nun Mayakovski’den çevirdiği “Şair İşçidir” şiirinin ayrımına o sırada varmış, “en iyi”yi bulduğum kanısıyla onu ders kitabına almıştım:  

Bağırırlar şaire: “Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni./ Şiir de ne?/Boş iş/ Çalışmak, harcınız değil demek ki.../ Doğrusu bizler için de/ en yüce değerdir çalışmak./ Ve kendimi/ bir fabrika saymaktayım ben de./ Ve eğer/ bacam yoksa/ İşim daha zor demektir bu./ Bilirim/ hoşlanmazsınız boş laftan/ kütük yontarsınız kan ter içinde,/ Fakat/ bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan: / Kütükten kafaları yontarız biz de.”

Şairin verimli kaynağı onun içindedir. Behramoğlu şiirinin toplumsal özünü, Mayakovski’nin bu dizeleriyle yerine oturtmaya çalıştığım sanılmasın. 

KÖPRÜDE İNSANI YAŞAMAK

Şiir, Cemal Süreya’nın Apollinaire’den çevirdiği “Mirabeau Köprüsü”nde yinelenen “Çalsana saat insene ey gece/ Günler geçiyor bense hep aynı yerde” gibi, düşünceyle sargılanan derin anlamlar üzerine kurulur. Ad benzerliğiyle Apollinaire’in şiirini çağrıştıran Diyarbakır’daki Malabadi Köprüsü’nün dizelerini okurken, benim gibi, üç beş yaş çocukluğunu oralarda geçiren bir çocuktaki etkileşimini düşünün! 

“Kesik bir el taşında;/ Ben diyeyim on bin yıl/ Sen de yüz bin yaşında.”  

Behramoğlu gibi bir şair, destan havalı şiirinde, insanlığın yüce emeğini o taşlarda görmezden gelir mi?

Bu nasıl bir nankörlük,/ Emeğe, emanete,/ Nasıl bir saygısızlık,/ Ve duygusuzluk böyle./ Malabadi Köprüsü/ Duruyor sitem gibi,/ Hüznüyle yüzyılların,/ Ve bütün görkemiyle. 

Okurken sel gibi akan “Ahlar Köprüsü”, çok coşkuya kapılarak düş kırıklıklarına uğratanları, o yolda canından olanları çağrıştırıyor:

İşte aşkın ve ölümün birlikteliği/ ‘Ah’özetliyor ikisini de./ Ah aşk, nasıl da içimizdesin/ Ah ölüm, gölgen hep üstümüzde. 

Şair ruhu devingendir, yerine çakılıp kalmaz, aklından biri kaçsa, yenisi dilinin ucuna geliverir. Ahmed Arif’e adadığı “Dicle Köprüsü” o adamanın şiiri:

Çileler çekmiş, zulümler görmüş/ Ama bükülmemiş, eğilmemiş/ Bir halka benziyor Dicle Köprüsü.” 

Şair burada, köprü kadar Ahmed Arif’tir de! 

Her köprünün görünüm yaratan kendine özgü bir dili vardır, o dili ancak bakmasını bilen çözer... 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Benlik arayışları 19 Nisan 2024
Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları