Adnan Binyazar

Yergi

15 Mart 2019 Cuma

Yergide kötülemek amacı güdülmez. Bu incelikli söz sanatı, toplumun yerleşik değerlerine ters düşenleri eleştirinin imbiğinden geçirmenin en etkili aracıdır. Eleştiri, bu bağlamda, düşünsel gerçeği ortaya çıkarma anlamı taşır. Nasrettin Hoca, Aziz Nesin gibi, yergisini zekâ kıvılcımlarıyla donatan incelikli söz ustaların bugün bile güncelliğini koruduğu görülüyor.
Yergi, incelikli dil ustalığının ürünüdür, kaba söze indirgenirse kötülemeye dönüşür. Yergiyi kabalaştıran, bir anda kendini kirli sözcüklerin batağında bulur. Yetkililer arasında, birini yereceğim diye kendini erdem denizlerinde yüzdürürken, başkalarını pislik bataklıklarında boğmak isteyenler az değildir. Bu ruhta olanlar, açtıkları çukurda bir gün kendilerinin boğulacağını akıllarının ucundan bile geçirmezler.

Herbert Spencer
Yergiyi “Başkalarını kötülemek, kendi kendimizi övmenin dürüst olmayan bir şeklidir” diye tanımlayan Herbert Spencer ince üslubuyla, kötüleme-övme karşıtlığının dürüstçe bir tutum olmadığını vurguluyor. Yeri gelmişken, çevremizdeki kaba yergicilerin ibret alması gereken bir iki söz daha aktarayım Spencer’den:
Herkes ahlaklı olmayınca, hiç kimse tümüyle ahlaklı olamaz.”
Nesnel düşünmeyi gerektirir ahlak. Ancak ahlaklı kişi değerliyi değersizden ayırma erdemine ermiştir. Yine de, kendini ahlaklı sayıp başkalarını ahlaksızlıkla suçlayanlar, saplantıyı düşünce sananlar arasından çıkıyor.
Bir toplumda ahlaklı sayılıp eylemlerini ahlaksızlık sayılabilecek olaylarla gölgeleyenler de vardır. Birçok yerde böylelerinin öne çıkmasında suç onlarda aranmamalı. Gerçek suçlu, içtenliksiz sözcüklerle onları yüceltenlerdir.

Tapınma
Spencer’in bu konudaki uyarıcı yargısını da buraya almadan edemedim:
Kahramanlara tapınma insan özgürlüğüne en az saygı duyulan yerlerde doruklara çıkar.”
İnsan, gelişim aşamalarında kendi gücüyle yetinmemiş, beyninde yüce kahramanlar yaratarak güç arayışına girmiştir. Geçmişe yönelik resimlerin, yontuların, şiirlerin, romanların, geçen yüzyılın en önemli buluşu sayılan filmlerin çoğunun en önemli konusudur bu. Kahraman, genellikle her insanın yapamadığını yaparak olmadık yerlerden atlar, yükseklere zıplar, denizleri aşar, gökte uçar, kılıç sallayışıyla orduları dize getirir.
İnsan, bilekleri bükülemeyecek, sırtı yere getirilemeyecek kahramanlar yaratarak kendini yüceltme yolları aramıştır. Kimi romanlarda, filmlerde bunu gerçekleştirmek için teknik araçlara nerdeyse Tanrısal güçler yüklendiğini görüyoruz.
Bunları düşünürken, kendime hep şu soruyu yöneltirim: Tanrı kavramı, insanın güçten güç yaratma güdüsünden mi doğmuştur? Oysa insan, bir zamanlar “yeni” saydığı her şeyi beyninde eskitiyor; yere göğe egemen Yunan tanrılarının hangisi bugün insanın tapınç gereksinimini karşılıyor?

Azınlık egemenliği
Spencer, insanın benliğine çöreklenen bencilce büyüklenme duygusuna da değiniyor bir sözünde:
Çoğunluğun azınlık tarafından yönetimi tiranlıktır; azınlığın çoğunluk tarafından yönetimi de tiranlıktır. Her iki durumda da ‘senin istediğin gibi değil, bizim istediğimiz gibi yapacaksın’ kuralı geçerlidir.”
Azınlığı, toplumlar egemen kılmıştır. Tarih, çoğunluğu denetim altına alan azınlıkların yeryüzünden silinmelerinin acıklı öyküleriyle doludur. Çoğunluk, gelişim evrelerinde gücünün ayrımına varmışsa da özgürlüğe erememiştir. Egemenlik kanser gibidir; insanın içinde o tutku üremeye görsün, onu yerleştiği yerden söküp atmak olanaksızlaşır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları