‘Belki biraz sevgi verebilirsin …’

13 Mart 2017 Pazartesi

5 Mart 2017 Pazar günü, hayatımın 75 yılı geride kalacaktı.2013 yılında, TÜYAP İzmir Kitap Fuarı’nın onur konuğu ve yazarı seçilmem nedeniyle sevgili Enver Ercan tarafından hazırlanan o unutulmaz “Benim Külrengi Zamanlarım” başlıklı kitap için hazırladığım giriş yazısında, hayatımın başlangıcına ait şu notu düşmüştüm: “5 Mart 1942 gecesi saat 23.15’te, İzmir’in Alsancak semtindeki Memleket Hastanesi’nde, çok ‘soylu’ bir ailenin soysuz oğlu olarak doğdum. – Sonradan hep sevgi soyundan gelmem, belki de bundandır. Küçük yaştan itibaren sağıma soluma bakınıp, bana sevgi verecek bir soy bulamayınca, ben de kendime doğrudan sevgiyi soy edindim…
Enver Ercan, fuar kitabı baskıya girmezden önce telefon edip: “Bu satırları yayımlatmak istediğinden emin misin abi” diye sormuştu. Belki de her zamanki inceliği ile, kendime haksızlık yapmamdan korkmuştu.
Oysa, çok emindim.
Daha çocuk denilebilecek yaşlarında annesi ve babası tarafından sırtına defalarca: “Eğer sen doğmasaydın, biz çoktan boşanmış olacaktık!” sözleri ile yanlış bir evliliğin sorumluluğu yüklenmek istenmiş bir yetişkinin ağzından ancak bunlar çıkabilirdi.
Kısacası, bugüne kadar hayatın geçtiğim bütün yollarında yukarıdaki anlamda bir “sevgi soysuzu” kimliği ile dolanmaktan hiç çekinmedim. Ama zamanında verilmemiş sevgileri sonradan arama tiryakiliğinden de hiç vazgeçmedim…
 
Sevgi bulmak için, önce onu vermeyi öğrenmek…
Günlerden bir gün, yine sevgiyi nereden bulabileceğim sorusu üzerinde kafa patlatırken, sanırım 19. yüzyıl öncesinde yaşamış bir İngiliz şairin şu dizeleri ile karşılaştım: “İnsanları değiştiremezsin. / Sadece onlara biraz sevgi verebilir ve / Almalarını umut edebilirsin…
Tamamdı.
Sevgi bulabilmenin en güvenilir yolu, önce onu vermeyi öğrenmekti. Hem de sonunda eline ne geçeceğinın hesabını önceden yapmaya kalkışmaksızın. Çünkü böyle bir hesaba erken kalkışan, sonunda kendini nice umarsız düş kırıklıklarının uçurumlarında da bulabilirdi!
5 Mart 2017, yani hayatımın 75 yılının geride kalacağı gün, böyle bir atmosferde geldi. O gün benim için özeldi. Çünkü sevgi arayışları ile tıka basa dolu geçmiş üç çeyrek yüzyılı geride bırakmak kolay değildi. O yüzden kafamda kendimce bazı planlar vardı.
Ama hiçbiri gerçekleşemedi. Onların yerine, adeta retrospektif bir sevgi sergisinin tüm canlılığı ile, sevginin KENDİSİ geldi.
28 Şubat günü öğlene doğru geçirdiğim çok şiddetli bir kalp krizi ile birlikte, bilincimi tümüyle yitirdiğim iki günün ardından, kendimi sevginin bütün yaşları ve türleri ile donatılmış bir sevgi şöleninde buldum. Hocalık ile geçen elli yılımda açmış bütün çiçekler; yirmi, otuz, kırk yıl önceki bütün öğrencilerim; anıları ile beni hep çoğaltmış bütün sevdiklerim - hepsi, ama hepsi, önce hastane odasını, ardından da evimi doldurarak benimleydiler. Üç yıl önce kurduğum Kültür Atölyesi’nin bütün üyeleri ise, sanki Goethe’nin: “Sevgi, insanoğlunun içinde yaşayabileceği tek iklimdir!” deyişini bir kez daha ölümsüz kılmak peşindeydiler.
Ne demişti alıntıladığım o şair? “İnsanları değiştiremezsin. / Sadece onlara biraz sevgi verebilir ve / Almalarını umut edebilirsin…
Ben vermiştim.
Ve, almışlardı! 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları