Kime ait?

22 Ocak 2023 Pazar

Sevgili,

Çok şey kıskanılır, başarı, servet, şöhret, sevgi ve daha aklına gelebilecek çok şey.

Ama, anıların da kıskanılabileceği hiç aklımdan geçmemişti.

Sonra bir gün, Galatasaray Lisesi’nin Tevfik Fikret salonunda birden anıların da kıskanılabileceğini kavradım.

Konuşmacı olarak sahnede bir masanın başında oturuyor, dinleyicilerin kâh birini, kâh ötekisini hedef alıp, yüzlerine bakarak konuşuyordum. Birden fark ettim: Artık taraf değiştirmiştim. Eskiden tıfıl bir öğrenciyken öte yandakileri yani sahnede konuşanları, kıskanırmış da farkına varmazmışım. Gerçekten salonda onları ağzım bir avuç açık dinlerken düşünürdüm: Ne güzel anıları var, benim de olsa, beni de dinleseler. Şimdi sahneden salona bakarak konuşurken zaman içinde yavaş yavaş öte tarafa geçmiş olduğumu fark ediyordum. Artık beni izliyorlardı. Yaşasın artık benim de anılarım vardı! Sonra içimden bir şey cız etti. Anılar birikmişti ama karşılığında bir şey de gitmişti: Gençliğim. 

Kürsüde oturanları kıskandığım dönemlerde onların anıları vardı, benimse gençliğim.

Artık benim de anılarım birikiyor ama gençliğim de gidiyordu.

***

Yaşamak yerini anılara bıraktıkça, yaşamın faili olmaktan çok seyircisi, tanığı olmaya başlıyordum.

Artık Marmara’nın eşsiz kıvamdaki sularından, Ege’nin Akdeniz’in lacivert koylarından sonra anı denizlerini kulaçlıyordum. Nâzım denizlerin en güzelinin şimdiye kadar gidilmemiş olanı olduğunu söyler. Öyle midir, yoksa denizlerin en güzeli anı denizleri midir? Anı denizinin bir gerçekliği, bir gidilmişliği vardır. Hiç gidilmemiş olan denizin hiçbir gerçekliği yoktur.

Acaba?

Anılarınızda kalan denizin, ne kadarı eskiden yaşadığınız ne kadarı ise düş gücümüzün hünerinin eseridir??

Yaşanmış ile düşlenmişin, anın gerçeğiyle ilişkileri nelerdir? Düş gücümüz sürekli belleğimizi aldatıyorsa eğer tarih koca bir yalan mıdır? Yiğit Okur’un kahramanı Henry Henry’nin (Deniz Taşları) dediği gibi gerçeğini yalnız casuslar mı bilir?

Yoksa tarihte kahraman diye andıklarımız koca sahtekârlar, sahtekâr sandıklarımız gerçek kahramanlar mıdır?

Şu anda Sevgili bendeki “sen”in ne kadarı belleğimin, ne kadarı düş gücümün ürünü??? Nadir Nadi bir gün bana eski yazılarından parçalar okurken odaya girdiğinde “Ne yapıyorsun Nadir?” diyen Berin Hanım’a “Geviş getiriyorum Berin” demişti. Demek ki o anda anılarda gezinmeyi pek hoşa gidecek nitelikte bulmamıştı.

Oysa ben keyif alıyordum, onun anılarda gezinmesinden. 

Bir de Nadir Bey’in bir çocukluk anısı var, bende adeta yaşanmıscasına yer etmiş. Sonradan aynı anının İlhan Selçuk’ta da aynı etkiyi yaptığını görecektim.

***

1900’lü yılların başlarında daha 1. Dünya Savaşı bile başlamamış beş yaşlarında olan Nadir (nedense bende öyle kalmış) annesiyle gezmeye gitmiş. Gittikleri evin hanımı Nadir’i yukarıya çıkarmış kızıyla oynasınlar diye. Çocuklar çok iyi anlaşmışlar, keyiflerine diyecek yok. Oynarlarken Nadir birden ağlamaya başlamış, kız şaşkın sormuş:

- Neden ağlıyorsun?? Nadir yanıtlamış:

- Ne kötü, akşam olunca gideceğiz...

Kız cevap vermemiş, biraz sonra Nadir’in yanına gelmiş, sarılmış.

- Merak etme! demiş, bugün hiç akşam olmayacak.

 Nadir Nadi ölünce, beni çok etkileyen bu çocukluk anısını yazmak istedim. Sonra aklıma başka şeyler geldi, “Bunları yazalım da onu da yarın yazarım” dedim.

Hiç yapılmaması gereken bir hata. Bir şey aklına geldi mi yazacaksın. Belli mi olur?

Nitekim baktım ertesi gün İlhan Selçuk köşesinde, kendisini çok etkileyen bu öyküyü yazmış.

Olayın hepsi bu, o gün akşam olup olmadığını da Nadir Bey’e soramadım, yalnız ikimizin de birimizin yaşadığı, birimizin yaşamadığı, ama ikimizin de ömür boyu taşıdığımız için (yoksa üçümüz mü demeliyim?) de aynı oranda sahici bir ortak anımız oldu.

 Arada zaman zaman düşünüyorum. Acaba bu anı üçümüz içinden en çok kime ait?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları