Kralları da sürerler

11 Ağustos 2020 Salı

İspanya’nın bir yıl önce tahtından oğlu lehine feragat eden kralı Juan Carlos, ayyuka çıkan ve İsviçre savcılarından sonra, İspanya Yüksek Mahkemesi’nin de soruşturmaya başladığı yolsuzluk iddiaları üzerine, gecen hafta oğlu Felipe’ye bıraktığı bir mektup ile ülkeden ayrılacağını belirtip kayıplara karışmıştır. 

Olay, ülkemizde fazla ilgi uyandırmadı, küçük bir haberle geçiştirildi.

Oysa Juan Carlos, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren, dersler çıkarılabilecek bir olayın, İspanya’nın 35 yıllık Franco diktasından sonra demokrasiye geçişinin göbeğinde yer alıp çok olumlu katkılarda bulunmuş önemli tarihi bir figürdü.

1938’de İspanya İç Savaşı sırasında doğan Juan Carlos, iç savaş sonrasında, İspanya’nın tek egemeni General Franco tarafından babası XIII. Alphonso’nun yerine tahtın varisi ilan edilmişti.

Franco dönemi sırasında pek etliye sütlüye karışmayan genç Juan Carlos, Caudillo’nun 1975 yılında ölümünden sonra tahta geçtiğinde, babasının da geçmişte düşündüğü “parlamenter monarşi”yi yaşama geçirmek için kolları sıvamıştır.

***

Genç Kral ilk iş olarak, Franco hareketinden gelmekle birlikte, son derecede pragmatik ve esnek bir adam olan Adolpho Suarez’i başbakanlığa atamıştır.

Suarez, bir yandan siyasi af çıkarmak, komünistleri, Bask  ve Katalan hareketin temsilcilsi partileri serbest bırakmayı içeren girişimlerde bulunurken, bütün bu gelişmeleri kademe kademe demokratik sisteme doğru yönelten bir siyasi programı da oluşturmaya koyulmuştur.

Juan Carlos’un desteğini alan Suarez, kâh Francocularla, kâh ordunun ılımlı kesimiyle, kâh sosyalistlerle, kâh komünistlerle temasları geliştirerek adım adım ilerlemiş ve nihayet 1977 sonunda İspanyol Sosyalist Partisi’nin de desteğinin yanı sıra  Kralın da yüreklendirmesiyle programını parlamentoda yüzde 94’le kabul ettirmişti.

Bu hareketi 1878 yılında yeni anayasanın kabulü izlemiştir. Bu arada Suarez, İspanya’nın en örgütlü, en güçlü siyasi kuruluşu İspanyol Komünist Partisi’nin (PCE) efsanevi lideri Santiago Carillo ile anlaşarak, komünistlerin yasallaşmasının önündeki engelleri kaldırmıştır.  

Ama Franco hareketinin radikal kanadı ile ordunun şahinleri, bir yandan komünistlerin yasallaştırılması, öte yandan Bask ve Katalan ayrılıkçıların eylemlerinden son derecede rahatsızdılar. Bunlardan biri olan Yarbay Antonio Tejerro’nun 1981’de Cortes’i silahla basma girişiminin engellenmesinde yine Kral’ın desteğinin de büyük katkısı olmuştur.

Bütün bunlar olurken İspanya’da özellikle ETA’nın başını çektiği etnik terör doruğa çıkmış, ETA’nın eylemleri, bir önceki döneme oranla on kat artmıştı. Buna rağmen demokratikleşme süreci devam etmiştir.

1982 yılında yapılan seçimleri ise Demokratik Merkez Birliği kaybetmiş ve Franco hareketinin muhalifi İspanyol Sosyalist Partisi tek başına iktidar olmuştu.

***

Böylelikle 4 yıl gibi kısa bir süre içinde 35 yıllık faşist Franco İspanyası’nın demokrasiye geçiş süreci tamamlanmıştır.

O sırada, Türkiye ise 30 yıllık çok partili yaşamdan 12 Eylül faşist cuntasına doğru doludizgin gitmekteydi.

Bu gelişme üzerine Türk aydınları şu soruyu ne kadar ciddiyetle sordular bilemem:

- Nasıl olmuştu da Türkiye 30 yıl çok partili rejimden fasılalarla şimdilik 40 yıl süren bir diktaya yönelirken, İspanya, 35 yıllık Franco diktasından bu kadar kısa zamanda, çağdaş demokrasiye geçebilmişti?

Sanırım sorunun yanıtı, İspanya’da sağda olsun, solda olsun, siyasi yelpaze içinde yer alan bütün partilerin, Kral’dan işçi- işveren sendikalarına kadar bütün güçlerin içtenlikle demokrasiyi istemeleri ve bu konuda işbirliği yapmalarının yanı sıra AB üyeliği perspektifinin bu olumlu konjonktürü destekleyici etkisi olacaktır.

İşte geçen hafta, İspanya’dan göç etmek zorunda kalan Kral Juan Carlos bu gelişmenin en önemli mimarlarından biriydi.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları