Sanıldığı Gibi Değil

18 Haziran 2013 Salı

Havacılık tarihinin ilk aşamasında en büyük tartışma, geleceğin havadan hafif olanların mı, yoksa havadan ağır olanların mı olacağı konusunda odaklanıyordu.
Düz mantık havadan hafif olanların lehine görünüyordu. Oysa yarışmayı havadan ağır olanlar kazandı.
Bu gerçeği, her şeyin ilk bakışta düz mantıkla yüzeysel karar verilecek kadar basit olmadığına dikkat çekmek için anımsatmak gereğini duydum.
Gezi olayları patlak verdiği zaman bir ara ortaya, kimsenin geri çevirmeyeceği kadar çekici görünen bir öneri atıldı:
- Halkın oyuna başvuralım!
Dediğim gibi,
“hayır” diye yanıtlanması güç, hatta imkânsız gibi görünüyordu başlangıçta bu öneri.
Demokrasilerde
“halka soralım!” deyince bütün akan sular durmalıydı. Milli iradeye saygı bunu gerektiriyordu.
Oysa olay sanıldığı gibi değildi.
Her şeyden önce, halkoylamasına hangi hallerde başvurulabileceği anayasada belirtilmişti ve bu tasarruf o şıklar içine girmiyordu.
Kaldı ki İdare Mahkemesi’nin Gezi Parkı’na kışla yapılmasını engelleyen bir kararının referandumla aşılması imkânsızdı.

\n

***

\n

Artık gündemden düşmüş olan referandum konusunun üzerinde ısrarla durmamın nedeni, bu kurumun ülkemizde, çok eksik ve yanlış tanınmasıdır.
İlk bakışta düz mantıkla, konuyu doğrudan halka sormayı öngören bir kurumun demokrasinin en hası olarak kabulü gerekir.
Ne var ki, uygulamada her zaman öyle olmuyor. Genelde otoriter rejimler ve hatta diktalar, kendi amaçlarına yönelik tasarruflara meşruiyet kazandırmak için halkoylamasına başvuruyorlar.
Bu genel kural kimi demokratik ülkelerde de iktidara halkoylamasına gitme yetkisinin verilmediği anlamına gelmez.
Ama kurumun demokrasinin kurallarına ve etiğine uygun kullanılması, iktidarın halkoylamasından çıkacak olumsuz bir cevabın sonuçlarına katlanarak çekilmesini gerektirir.
Nitekim, Fransa’da öyle olmuş, General
De Gaulle, parlamentodan geçiremeyeceğini anladığı katılım yasasını 1969’da referanduma sunmuş, ama sonuç olumsuz çıkınca Cumhurbaşkanlığı görevinden de istifa etmiştir.
Büyük yetkilerle donatılmış olan De Gaulle’ü böyle davranmaya zorlayan anayasal veya yasal zorunluluk yoktu. Ama demokratik etik bunu gerektiriyordu.

\n

***

\n

Kaldı ki demokrasilerde, her tasarruf halkoyuna sunma yoluyla meşrulaştırılamaz.
Temel hak v
e özgürlükleri ortadan kaldıran veya zedeleyen bir yasayı halkın tamamı da onaylasa bir anlam taşımaz ve meşrulaşmaz.
Burada, demokrasilerde milli iradenin sınırları sorunuyla karşılaşıyoruz.
Tartışma yalnızca teorik değildir, pratik de, halkoylamasının, her zaman kendisinden beklenen sonuçları doğurmadığını gösteriyor
.
Bu olgunun siyasal yaşamımızdaki en çarpıcı örneği, 1982 tarihli Anayasa Referandumu’dur.
1982 yılında halkın yüzde 92’sinin hem 12 Eylül Anayasası’na, hem de cuntanın başı
Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığına “evet” demiş olması, onay alanlardan ne birine ne de ötekine meşruiyet kazandırmıştır. Halkoylamasından elde kalan, sadece diktatöre yüzde 92 oranında boyun eğilmesinin toplumsal utancı olmuştur.
1961 Anayasası’nın daha demokratik koşullarda, halkoyuna sunulup onaylanmasına rağmen, üzerinde toplumsal mutabakat oluşamaması da anayasalardak
i katılımcılık eksikliğinin, halk oylaması ile dahi giderilemediğinin çarpıcı bir örneğidir.
Görülüyor ki, demokrasiyi yalnızca sandıktan ibaret sananların sunduğu gibi değil her şey ve ilk bakışta bütün itirazlara set çeken “
halkın oyuna başvuralım!” önerisi de kimi pürüzleri gidermeye yetmiyor.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları