Zulmün ‘yerli ve milli mazereti!’

22 Ekim 2021 Cuma

ABD, Almanya, Fransa, Danimarka, Finlandiya, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda’dan oluşan on ülkenin büyükelçilerinin 1 Kasım 2021’de hapisliğinin dördüncü yılını doldurması vesilesiyle iş insanı Osman Kavala’nın tutukluluk durumuna son verilmesini talep eden açıklamaları, Dışişleri tarafından sert tepkiyle karşılandı.

Doğrusu benim tepkiye tepkim, gülümsemek oldu. Zaten Ankara, ne zaman bağımsız yargıya müdahaleden söz etse akla saygımı yitirmemek için gülümsüyorum. Nitekim Ankara’nın on ülke büyükelçisine gösterdiği tepki iletildiği gün, AB’nin yayımlanan 2001 yılı Türkiye raporu, bağımsız yargımızın ne halde olduğunu çarpıcı biçimde anlatıyordu.

AKP’nin ve havuz medyasının on ülkenin çıkışına tepkisi ise alışılageldiği gibi, bağımsız Türk medyasına müdahale ve içişlerimize karışma şeklinde özetlenebilir.

Her iki savın da iler tutar tarafı olmadığını söylemek bile gereksiz.

***

Ben, AKP ile yandaş medyasından çok, demokratik muhalefetin temsilcileri CHP ve İYİ Parti başkanları Kemal Kılıçdaroğlu ile Meral Akşener’in mahcup tepkilerinin üzerinde durmak istiyorum. On ülkenin tepkilerini dile getiriş şeklini pek beğenmediklerini söyleyen iki lider, Türk yargısına ve dolayısıyla Türkiye’nin içişlerine müdahale edilmiş havası içinde gibi görünüyorlardı.

Oysa olayda Türkiye’nin içişlerine ve bağımsız yargısına müdahale söz konusu değildir.

Çağımızda temel hak ve özgürlüklere uyulmasını istemek, içişlere müdahale anlamı taşımaz. Dolayısıyla burada böyle bir müdahaleden söz edilemez. 

Gelelim bağımsız Türk yargısına: Öyle bir şey yoktur ki ona müdahale söz konusu olabilsin!

Osman Kavala’nın dört yıldır hapiste tutulması zulümdür.

Zulmün yerli ve milli mazereti olmaz. Zulmün, bir zamanlar bu ülkenin halkı tarafından seçilmiş olanlardan (o konuda da artık milli iradenin desteğini de kaybettiği rahatlıkla söylenebilir) sadır olması onu meşru kılmaz.

AKP’nin ardında bir ara var olmuş olan milli destek, ona iki kere ikiyi beş ilan etme yetkisini vermez. O destek olsa da olmasa da iki kere iki dörttür. Nokta!

Nitekim çağdaş yaşamın girift uluslararası yaşamında bu duruma uygun düzenlemeler getirilmiş, her şeyden önce temel hak ve özgürlükler konusundaki uluslararası yükümlülükler içişlere müdahale olmaktan çıkarılmıştır. Hatta uluslarası temel hak ve özgürlükler konusunda imzalanmış sözleşmeler, iç hukukta normlar hiyerarşisinin en üst basamağına konulmuştur. Bu husus anayasalarda da yer almıştır.

Bizim anayasamızın 90. maddesi de bu noktayı düzenlemektedir.

Yani Türkiye, anayasanın 90. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) gereği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarına uymak zorundadır.

***

AİHM, Kavala’nın tutukluluk haline son verilmesi hakkında bir karar vermiştir. Türk mahkemeleri bu karara uymak zorundadırlar ama uymamışlardır.

Türk yargısı bağımsız olduğundan değil, bağımsız olmadığından böyle davranmıştır.

Şimdi AİHS’de imzası bulunan devletlerin Türkiye’den bu hususu istemeleri hakları ve ödevleridir.

Türkiye’den Kavala’nın tutukluluk haline son verilmesini isteyen on devlet haklı, Türkiye haksızdır.

Kavala’nın dört yıldır tutuklu kalması bir zulümdür. Zulmün de yerli ve milli gerekçesi ve mazereti olamaz.

Eğer on ülkenin koyduğu tavır, yakışık almayan bir durum doğurmuşsa bunun kusuru onların değil, Türkiye’deki AKP iktidarınındır.

Demokrat Türk kamuoyu da bu gerçeğin gereğini yerine getirip on ülkeden yana tavır koymalıdır.

Zulümde ulusal çıkarımız yoktur. Ulusal çıkarımız demokrasiden yanadır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları