Ayşe Emel Mesci

At izi it izine karışınca...

25 Nisan 2016 Pazartesi

İlhan Selçuk eşi az bulunur bir yazı ustasıydı. Kısa ve kolay anlaşılır cümleler, son derece sağlam bir mantık örgüsü ve anlatılanı keyifli kılan çeşitli yan motiflerle inşa ederdi köşesini.
Sohbeti de öyleydi. Ağzından uzun tiradlar döküldüğünü, nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan cümlelerle konuştuğunu hiç görmedim. Düşünerek konuşur, uzun bir birikimden süzülüp gelen fikirleri keyifli anekdotlar, çeşitli örnekler, Bektaşi fıkralarıyla renklendirerek anlatmayı severdi. Ama hep duru cümlelerle, özenle seçilmiş sözcüklerle...

Korku egemenliği
Yargıtay’ın Ergenekon davasıyla ilgili kararının duyurulduğu 22 Nisan tarihli Cumhuriyet’te İlhan Selçuk’un yapamadığı savunmasından alınmış satırlara yer verilmiş; orada da aynı sade, ama mantık örgüsü güçlü üslup hemen kendini belli ediyor: “1) Ne soruşturmanın sonu görünüyor... 2) Ne iddianamelerin sonu görünüyor... 3) Ne savcılık kamuoyuna güven telkin edebiliyor... 4) Ucu açık soruşturma gittikçe yayılıyor, toplumda (...) korku egemenliğine yol açıyor.”
Ergenekon, Balyoz, hâlâ süren KCK davası, bunların hepsi bir dönem iktidar açısından stratejik adımları desteklemek üzere açılmış siyasi davalardı; işin en acıklı yanı, her şey göstere göstere yapılmasına rağmen söz konusu davaların sanıkları, hatta avukatları bile hepsinde ortak bir hukuksuzluk zemini bulunduğu konusunda kamuya yansıyacak bir ortak tutumu benimseyemiyor, herkes –veya ezici bir çoğunluk kendisine yapılanı hukuksuzluk diye değerlendirirken, diğer tarafa yapılanı “barış için” veya “vatan için” yararlı buluyor, “o” sanıklarla “yan yana gözükmek” istemiyordu.

‘Vals fatal’
İktidarın, Türkiye’nin iki hassas fay hattının birinden diğerine sıçrayarak 14 yıldır sürdürdüğü “vals fatal”, böyle bir bölünme ve kamplaşma yaratılmadan gerçekleştirilemezdi zaten.
Yaşanan sürece bugünden bakıldığında, bu meşum valsin devamı yönünde bilinçli faaliyet gösteren bazı aktörler ayırt edilebiliyor. İleride bu dönemin tarihini yazacak olanlar, iktidarın dışında, muhalefette gözüken, hatta bir bölümü söz konusu davalar kapsamında hapse atılan, sonra da tuhaf bir ittifakın payandası olan bazı aktörlerin üzerinde mutlaka duracak, onların 68’den günümüze uzanan çizgi ve fiillerini, bu ittifakın kuruluş koşullarını epey eşeleyeceklerdir. At izinin it izine karıştığı bir dönemdir bu.
Peki, Yargıtay’ın Ergenekon kararı, akademisyenler davasındaki tahliyeler, Can Dündar ve Erdem Gül’ün davasının diğer davayla birleştirilmesinin reddi, hukuk devletine doğru gidişin işaretleri mi? İlhan Selçuk’un “korku egemenliği”nin topluma giderek yayılması tespitinin günümüzde de geçerliliğini koruyup korumadığına baktığımda, pek umutlanamıyorum. Üstelik “siyasi dava” perspektifinden asla vazgeçilmemesi, bu “Demokles kılıcı”nın yeni işbirlikleri çerçevesinde yine kullanılabileceğini akla getiriyor. Bence yargıdaki gidişatın ne yöne olduğunu 2011’de açılan ve hâlâ süren KCK davalarını izleyerek anlayacağız.
Sevgili İlhan Ağabey, bu hoyrat süreçte çok incindi, iktidarın topyekûn saldırısının yanı sıra, basının tavrından, özellikle Türkiye’nin çoğu kendince despot bozuntusu olan, ama iş başkalarına akıl vermeye gelince liberal kesilen entelektüellerinden gelen saldırılardan, “gözaltına alınmamalıydı tabii ama...”lardan çok yıprandı; belki dinlenmeye çekilmeliydi, ne çare ki gazetenin yükü de onun sırtına bindi, geri dönülmez noktaya öyle varıldı.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları