Ayşe Emel Mesci

‘Hamlet Makinesi’ yeniden çalıştı...

06 Ekim 2014 Pazartesi

Uluslararası Tiyatro Festivali kapsamında sahnelenmek üzere oyunun provalarına başladım ve o günden sonra bir daha yakamı bırakmadı

Hakkında “post-modern oyun”, “postdramatik oyun” tanımlamaları yapılan, üzerinde çokça düşünülmüş, birçok yoruma konu olmuş bir tür “kurucu metin” söz konusu. Ama zaman içinde farklı tartışmaların da yükünü taşımaya, farklı yan yollara da açılmaya başlayan bu tanımlamaların ötesinde, “Hamlet Makinesi” tam bir “yüzleşme”, tam bir “hesaplaşma.” En azından ben “Makine” ile yolculuğa bu perspektiften çıktım.

Genellemeler, benzetmeler yapmayacağım, sözü dolandırmayacağım: Heiner Müller’in “Hamlet Makinesi” adlı metni, bugüne kadar sahneye taşıdığım en farklı ve içinden çıkılması en zor metindi. Ortaya çıkan sonuçta bir “tiyatro oyunu” olsa da ben hâlâ bir “oyun” diyemiyorum bu metne, çünkü kabul edilegelen “oyun” tarifine pek uymuyor. Hakkında “post-modern oyun”, “post-dramatik oyun” tanımlamaları yapılan, üzerinde çokça düşünülmüş, birçok yoruma konu olmuş bir tür “kurucu metin” söz konusu. Ama zaman içinde farklı tartışmaların da yükünü taşımaya, farklı yan yollara da açılmaya başlayan bu tanımlamaların ötesinde, “Hamlet Makinesi” tam bir “yüzleşme”, tam bir “hesaplaşma.” En azından ben “Makine” ile yolculuğa bu perspektiften çıktım.

Bir yüzleşme metni
Hamlet Makinesi” yıllarca elimin altında dolaşıp durdu, ara ara dönüp baktım, okudum, sonra bıraktım. En sonunda bu yılın mayıs ayında İKSV Uluslararası Tiyatro Festivali kapsamında sahnelenmek üzere İstanbul Devlet Tiyatrosu Üsküdar Tekel Sahnesi’nde provalara başladım ve o günden sonra bir daha yakamı bırakmadı.
Çünkü çok samimi ve insanı derinden yakalayan, derinden yaralayan bir yüzleşme söz konusu. Yazar kendini kâh gizleyerek, kâh ortaya atarak, kâh çeşitli metinler arasında dolaşarak, çok farklı yazınsal araçlar kullanarak bir metin çıkarmış ortaya. Ama kullanılan teknikler, araçlar veya yazarın sözünü örtme becerisi ve zekâsı ne olursa olsun, kendini kanatırcasına yazılmış, çok samimi “satırlar”la, “başlıklar”la karşı karşıyayız (“replik” veya “dize” diyemiyorum, o nedenle “satır” ve “başlık” sözcüklerini kullanıyorum).
Bu samimiyet oyuncular tarafından sahneye taşındığı anda da yayılan enerji seyirciyi saran, kucaklayan kocaman bir soru işaretine dönüşüyor, “Makine” çalışmaya başlıyor.
Heiner Müller kendi bulunduğu noktadan tüm bir Avrupa ve edebiyat tarihine, bunun içinde de esas olarak kendi kişisel tarihine bakmış gerçi ama bir yandan da Ophelia/ Elektra’nın ağzından günümüze sesleniyor sanki: “O, kasap bıçaklarıyla odanızdan geçtiğinde öğreneceksiniz gerçeği…”

Metin Demirtaş’ın ardından
Güzel bir insan daha gitti. O “Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara…” diyen şairdi hep benim için. 2001 yılının sonunda kaleme aldığım bir yazıda bu unutulmaz dizesini kullanmış, ayrıca yazının başlığı yapmıştım. Aradan bir zaman geçti, bir gün bir elektronik posta geldi Sevgili Demirtaş’tan. O nazik, sıcak üslubuyla hasta olduğunu, yazıyı duyduğunu ama göremediğini söylüyor, kendisine göndermemi rica ediyordu. Sonra tanışma fırsatını da buldum kendisiyle, yazışmaya devam ettik, o güzelim şiir kitaplarını yolladı, hepsi en kıymetli rafımda duruyorlar. Sevgili Ataol Behramoğlu’nun Metin Demirtaş için yazdığı son yazıları, o içten arkadaş vedasını okuyunca, kaybın acısını bir kez daha derinden hissettim.
Ben Metin Demirtaş’ı o unutulmaz şiiriyle tanıdım, bizim kuşak için çok şeyler ifade eden o şiirden bir bölümle uğurlamak istiyorum: “Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara/ Bakma şimdi durgunsa, bir şahan gibi duruyorsa/Yorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barındırmıştır/ Yani satılmış değillerdir hiç tüfek patlamıyorsa/ Alaçamın, mor meşenin ardına silah çatıp yatmaya/Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara.”
Bizim de senin gibi insanlarımız vardır Metin Demirtaş… Neyse ki…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları