Ayşe Emel Mesci

Hep genç kalanlar...

04 Temmuz 2022 Pazartesi

Türkiye’nin son 20 yılında en büyük zararı ne gördü diye bir anket yapılsa, adalet, ekonomi, insan hakları, demokrasi gibi başlıklar öne çıkar kuşkusuz. Tarihsel karşılaştırma perspektifinden bakıldığında, bunların pek çoğunda karnemizin, hele 12 Eylül’den sonra, hiçbir zaman düzgün olmadığı söylenebilir. Oysa toplumsal iklimi belirleyen bir konu var ki tamamen bu son dönemin eseri: Bilgili insanı, yüksek kültür ve eğitim düzeyini itibarsızlaştırma güdüsü... Kendi kültürel hegemonyalarını kurmaya gücü yetmeyenler çareyi, bu alanda “karşı taraf” olarak gördüklerini ellerindeki tüm yetki ve araçları kullanarak toplum gözünde önemsizleştirmek, değersizleştirmekte aradılar.

Ülkemizin sadece bugününe değil geleceğine de kasteden bu düşmanca yaklaşım, liyakatsizliğin tavan yapması ve yurtdışına yoğun beyin göçü gibi çok olumsuz sonuçlara yol açarken büyük zarar gören alanlardan ikisi de sanat ve mizah oldu.

Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin başat sütunlarından sanat, süreç içinde, eserlerin, konserlerin, sanatçıların yasaklandığı, hedef gösterildiği, “bizden olanlar ve olmayanlar” gibi sanatın ruhuna aykırı bir ayrımın acımasızca işletildiği bir operasyon alanına dönüştürüldü. Siyasette ve her alanda hoşgörünün daimi temsilcisi olan mizah ise bilinçli kutuplaştırma dili ve tahammülsüzlük içinde öyle unutturuldu ki eski dönemleri hasretle arar olduk.

BİR VAHA: ESKİŞEHİR

Böyle kasvetli bir ortamda, bir büyükşehir belediye başkanının, tüm diğer başarılarının yanı sıra, kamusal alanı kirletenlere eleştirisini yeri geldiğinde ironik bir heykelle ifade edecek kadar sanat ve mizahla yoğrulmuş olduğunu görmek, insanın zihninde bir “vaha” imgesi uyandırıyor. 1999’dan bu yana Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı olan Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’den söz ediyorum.

Serhan Asker’in Eskişehir’den canlı yayımlanan “Görkemli Hatıralar” programında Sayın Büyükerşen’i izlerken içim ferahladı. Yeni yitirdiğimiz, toplumsal bellekte iz bırakmış, değerli oyuncu Cüneyt Arkın’la ilgili çocukluk anılarından söz ederken, aslında bir kuşağın arayışlarını ve değer yargılarını da hatırlatıyordu. Nebil Özgentürk’ün belgesellerinin ve Eskişehir Senfoni Orkestrası’nın da farklı bir renk kattığı program, Eskişehir’in nereden nereye geldiğini, bunların mümkün olduğunu da düşündürüyordu. Aydın sorumluluğu taşıyan son derece donanımlı bir belediye başkanının, yurttaşlar tarafından da sahiplenilen dokunuşlarıyla, bir kentin çehresini ve kaderini nasıl değiştirebildiğini, o kenti bugünün Türkiyesi’nde nasıl bir “vaha”ya dönüştürebildiğini görmek umut verdi bana. 

CÜNEYT ARKIN NASIL DOĞDU?

Cüneyt Arkın (o zaman Fahrettin Cüreklibatır) Eskişehir Hava Hastanesi’nde doktor olarak yedek subaylığını yaparken, yönetmenliğini Halit Refiğ’in yaptığı, yapımcılığını ve başrolünü Göksel Arsoy’un üstlendiği, “Şafak Bekçileri” adlı film çekiliyor. Üs komutanı Muhsin Batur, pilotların ve personelin de çekimlerde çalışmasına izin vermiş. (İlginç bir dipnot: Bir üsteğmen pilotun kızlarla öpüşme sahnesi yüzünden film Sansür Kurulu’ndan geçmiyor. Göksel Arsoy, Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel ile konuşuyor ve Arsoy’un ifadesiyle “onun talimatıyla” film sansürden geçiyor.) Büyükerşen’in ısrarı üzerine, Cüreklibatır sonunda gidip Halit Refiğ’i buluyor ama çekimler bitmiş. Fakat Halit Refiğ karşısındaki genç doktorun karizmasını bir bakışta keşfetmiş olmalı ki onu İstanbul’a çağırıyor ve Orhan Kemal’in aynı adlı romanından Turgut Özakman’ın uyarladığı “Gurbet Kuşları”nda başrollerden birini veriyor, Cüneyt Arkın böyle doğuyor. 

“Şafak Bekçileri”nin bazı bölümleri de bizim Maçka’daki ahşap aile konağında çekilmişti. Göksel Arsoy’u, Halit Refiğ’i, Ekrem Bora’yı hatırlıyorum. Yıl 1962 veya 1963’tü. O yıl konak yıkıldı, son hali artık o filmin karelerinde saklı.

Büyükerşen, bir söyleşide, ölümünden bir hafta önce yaptıkları son telefon konuşmasında Arkın’ın “Bu ihtiyarlık rezalet. İnsan genç kalmalıymış hep...” dediğini aktarmış. İçimden şöyle geçirdim: “Bence siz hep genç kalanlarsınız.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dünya bir sahnedir 1 Nisan 2024
On yıl sonra... 18 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları