Ayşe Emel Mesci

‘İkinci taraf’ ayağa kalk!

11 Mayıs 2015 Pazartesi

“Mutluluktan pay almaya çalışanlar” ile kendi kişisel menfaatlarını “düşünmeden adım atanlar” o aşamada ayrılıyor. Ne yazık ki “birinci taraf” genellikle daha kalabalık oluyor. “İkinci taraf”ın payına cenazeler, sahipsiz mezarlar, cezaevleri, sürgünler, dağılan hayatlar düşüyor.

Havaalanındayız. Ben ve iki kızım. Biri 3, diğeri 1.5 yaşında. Sema’ya “Kızım adın Güzin, sakın unutma” diyorum, Zeynep’e de “Seninki de Tülin” diye hatırlatıp, prova yaptırıyorum. Çocuklar tatlı tatlı gülüyorlar, “Babam nerede?” diye soruyorlar. Çok tedirginim. Kızlarımın babası olan Sarp Kuray darbe olacağını ve herkesin üzerinden silindir gibi geçeceğini haber almış, beni ve çocukları kurtarmak için yurtdışına çıkarıyor. Kendisi de sonra gelecek. Başka kimliklerle yolculuk ediyoruz. Ülkeyi terk etmek istemesem de buna mecbur oluyorum. 29 yıllık yaşamın terk edilmesi ve 15 yıla yakın sürecek sürgün böyle başlıyor.

Diktatör öldü, peki ama
Türkiye’de birkaç kuşağın hayatını paramparça eden 12 Eylül darbesinin başı, diktatör Kenan Evren 98 yaşında öldü. Ne acı değil mi? 650.000 kişiyi gözaltına alan, 50 kişiyi idam eden, on binlerce kişiyi hapislerde çürüten, yüzlerce kişiyi işkencelerde kaybeden, Mamak’ta, Diyarbakır’da tarihin yüz karası bir zulmü kendi insanlarına reva gören darbenin başındaki adam 98 yıl yaşadı bu topraklarda, cumhurbaşkanı oldu, netekim ressam da oldu. Anlı şanlı iş adamları tablolarını satın almak için kuyruğa girdiler, belediyeler sokaklara onun ismini verdiler, adını taşıyan liseler açıldı, okullar açıldı. Halbuki onun elinde Fatsa’nın seçilmiş belediye başkanı iken gözaltına alınan ve cezaevinde ölen (Terzi) Fikri Sönmez’in, hatta liselilerin bile kanı vardı. Ne acı değil mi? Temmuz 1982’de Diyarbakır Cezaevi’nde ölüm orucu başladı. Eylül ayında peşpeşe ölüm haberleri gelmeye başladı. Kasım ayında 12 Eylül Anayasası ve Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı yüzde 92 gibi bir oranla kabul edildi. 2 Aralık 1982’de İstanbul Üniversitesi Senatosu Kenan Evren’e, Hukuk Fakültesi’nin önerisi doğrultusunda, ‘Fahri Hukuk Doktoru’ ve ‘Fahri Hukuk Profesörü’ unvanı verdi. Elinde kim bilir kaç üniversitelinin kanı vardı. En önemlisi hukuku katletmişti. Ne acı değil mi? Diktatör 98 yıl yaşadı ıstıraba, zulme boğduğu, hayatları darmadağın ettiği bu topraklarda. Üstelik bunun çok uzun bir kısmını, bırakın hesap vermeyi, el üstünde tutularak, pohpohlanarak, ağırlanarak, televizyonlarda, gazetelerde sık sık boy göstererek yaşadı. 98 yaşında öldü. Erdal Eren onun “Asmayalım da besleyelim mi” gaddarlığıyla idam edildiğinde 17 yaşındaydı.

İki taraf
Pazar günü bir “gazeteci” bir yazı yazmış, başlığını da “Düşünmeden adım atanların hali ortada” diye koymuş. Şöyle başlıyor yazısı: “Bir zamanlar çocuklar gibi şendik ve Ali Kocatepe söyleyince bizler de katılıp Tuna’dan kafilelerle geçerdik... ‘Bundan böyle düşünerek atın adımlarınızı/ Elbet bir gün mutluluktan yana alırız payımızı.” Tabii ki yazının konusu 12 Eylül veya Kenan Evren değil, ama yazar açısından bir talihsizlik sonucu diktatörün öldüğü güne denk gelince ilginç çağrışımlar yaratıyor insanda. “Adımlarını her zaman düşünerek atmış” o “gazeteci”nin malikânesinde diktatörü nasıl ağırladığı, vb değil sözünü etmek istediğim. Ya da bugün de adımlarını gayet düşünerek atmakta, durmadan “mutluluktan payını almaya çalışma” koşusunu başarıyla sürdürmekte olduğu da değil. O sadece bir prototip, adını bu nedenle anmıyorum. Ama aktardığım sözleri bir “ruh hali”ni gayet iyi özetlediği gibi, bu halin günümüzde de sürdüğünü yansıtıyor.
Baskı dönemleri yekpare değil aslında, farklı aşamalardan oluşuyor. Bu aşamalardan biri, baskıyı yapanın her şeye hâkim göründüğü, görece “istikrarı” sağladığı ve o devrin sanki hiç bitmeyeceği izlenimini uyandırmayı başardığı bir zaman dilimi. Bu aşama sadece aydınların, gazetecilerin, sanatçıların değil, tüm toplumun yüzüne gerçek bir ayna tutuyor. “Mutluluktan pay almaya çalışanlar” ile kendi kişisel menfaatlarını “düşünmeden adım atanlar” o aşamada ayrılıyor. Ne yazık ki “birinci taraf” genellikle daha kalabalık oluyor.
“İkinci taraf”ın payına ise cenazeler, sahipsiz mezarlar, cezaevleri, sürgünler, dağılan hayatlar düşüyor. Ben bu yakın tarih kesitiyle ilginç yüzleşmelerden birini, sürgünden döndükten sonra televizyonda “Deli Mavi” şarkısına çekilmiş klibi gördüğümde yaşamıştım. 12 Eylül’den sonra yağmalanan evimden alındıktan sonra kim bilir hangi ellerden geçmiş bir fotoğraf, annemin ve kendi 5 yaşındaki halimin sararmış sureti bana televizyon ekranından bakıyordu. Yeni Türkiye aklı sıra acılarımızla alay ediyor, anılarımıza bile el koyuyordu.

Anılarımızı çalamazsınız...
Darbe öncesi, İstanbul’daki evimizden ayrılırken kızlarım pencereye ellerini koyup küçük avuçlarının izlerini bırakmışlardı. Şimdi onların el izleri 6 yılı aşkın bir süredir hapiste yatan babalarını, Sarp Kuray’ı ziyarete gittikleri cezaevinin cam bölmelerinde kalıyor. Devletten alacağımız hiç bitmiyor, çünkü biz hep “ikinci taraf”tayız.
Şimdi Kenan Evren’e devlet töreni yapılacağından söz ediliyor. Bence yapın, size zaten bu yakışır, üstelik daha tutarlı olur. Ama bilin ki imam cemaate “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” diye sorduğunda, ben de bu ülkenin bilinen bilinmeyen mezarlıklarında yatanlarla, işkencelerde katledilenlerle, ömürlerinin baharında idam edilenlerle, cezaevlerinde gençlikleri söndürülenlerle, sürgünlerde hayatları darmadağın edilenlerle, Mamak’ta, Diyarbakır’da ölenlerle, Cumartesi Anneleri’yle, kızlarımla, paramparça edilmiş hayatımla, tüm “ikinci taraf”la birlikte ayağa kalkacak ve “Hayır, etmiyorum!” diye haykıracağım! Anılarımızı çalamazsınız, biz buradayız, unutmadık ve unutmayacağız!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları