Ayşe Emel Mesci

Kendini doğadan üstün görmek

08 Kasım 2021 Pazartesi

Efes antik kentinin liman yolunda yürüyoruz. Rehberimiz arkeolog Akın Aykurt, doğa ve zamanın yanı sıra Roma uygarlığının da önemli katkılarıyla, limanı giderek alüvyonlarla dolan kentin denizle ilişkisi kopunca, nasıl varlık nedenini yitirip yavaş yavaş yok olduğunu anlatıyor. Roma’nın kendini dünyanın merkezi sanan anlayışı, doğayı hiç umursamayan, yakın çevresindeki ağaçlara yakacak odundan öte bir kıymet vermeyen, gücünü her şeyden üstün gören “hübris”iyle Efes’in başına gelen kentsel tragedyanın en önemli tetikleyicilerinden biri oluyor.

ANTİK TİYATRO ÇALIŞMASI

Antik tragedya kahramanlarının peşini bırakmayan belaların temel sebeplerinden biri “hübris”tir. Bu kavram, Azra Erhat’ın ifadesiyle, “insanı suç işlemeye iteleyen ölçüsüzlük, hırs ve kendine aşırı güven” anlamına gelir. 

Yüzlerce yıl öncesinin o hareketli, büyük liman kentinden bugün geriye kalan ve göreni hâlâ kendine hayran bırakmayı sürdüren harabelerin arasında dolaşırken insanın aklına bugüne ilişkin sonuçların, derslerin gelmemesi olanaksız. Kendini doğadan üstün görmenin, her şeyin hâkimi sanmanın nasıl bir yanılsama olduğunu, ne feci sonuçlara yol açtığını görmek isteyenlerin alabilecekleri dersler bunlar. Ama gezegenimizi karşı karşıya bıraktığı tehlikenin büyüklüğüne ve yakınlığına karşın, hiçbir şey yokmuş gibi yoluna devam eden, betonlaşmaktan, karbonlaşmaktan, nükleerleşmekten bir türlü vazgeçemeyen bir uygarlığın çocukları olarak bizim de “hübris”ten yana pek bir eksiğimiz olduğu söylenemez doğrusu.

Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde yıllardır sürdürülen “antik tiyatro” atölye çalışmalarından biri için yine İzmir ve bölgesindeyiz. Antik tiyatro konusunda ders gören öğrencilerin okulda kendilerine anlatılan antik tiyatro yapılarını yerinde görmeleri, sahnelerini deneyimlemeleri için “work-shop” çalışmaları düzenlemek tabii ki bir olanak işi ama bundan da önemlisi, içinde yaşadığı coğrafyaya ve öğrencisine değer veren bir bakış açısının ürünü. Bu yıl da iki çalışma var: Öğrenciler Polonyalı mask ve kukla hocası Arkadiusz Klucznik ile birlikte mask kullanımının ağırlıkta olduğu bir “Antigone” yorumu üzerinde çalışıyorlar. Benimle de Aiskhylos’un “Zincire Vurulmuş Prometheus”undan yapılmış bir kolaj üzerinde ritüel, beden ve ses kullanımını öne çıkaran bir çalışma yapıyorlar. Siz bu satırları okurken, Priene ve Milet tiyatrolarının ardından Didim’deki Apollon Tapınağı’nda da çalışmalarını “antik sahnelere” taşımış olacaklar. Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü öğrencileri bu olanaklara ve eğitime böyle yaklaşan bir yönetime sahip oldukları için gerçekten şanslı. Ne büyük olanakların ne kadar kolay çarçur edilebildiğini iyi bilen bir ülkenin yurttaşlarıyız sonuçta, öyle değil mi?

AZİZNAME

Yolum İzmir’e düşmüşken yeni kurulan İzmir Şehir Tiyatrosu’nun ilk oyununu seyretmemek olmazdı. Yücel Erten’in Aziz Nesin’in eserlerinden uyarlayıp yönettiği, daha önce de farklı tiyatrolarda başarıyla sahneye koyduğu “Azizname” bu kez İzmir seyircisiyle buluşuyor. İsmet İnönü Sahnesi’nin tadilatı sürdüğü için İzmir Sanat Sahnesi’nde izlediğim oyunda mükemmel bir ekip çalışması vardı. Burak Şentürk, Ufuk Aşar, Efe Çetinel, Ozan Çolak, Melis Caba, Işıl Keskin Peynirci, Devrim Karakoyun ve Ercan Erdil üç saat boyunca “Ne olacak bu memleketin hali” sorusuna “Azizce” cevaplar arayıp durdular ve seyirciyi kahkahadan kırıp geçirdiler. İzmir seyircisi tiyatrosuna sahip çıkmalı, bu kent bunu 70 yıldır bekliyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dünya bir sahnedir 1 Nisan 2024
On yıl sonra... 18 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları