Ayşe Emel Mesci

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum

01 Ağustos 2022 Pazartesi

Sanatçılarının, bilim insanlarının, aydınlarının, muhaliflerinin, farklı ve özgür seslerinin baskıya uğramalarını, tehdit edilmelerini, zindana atılmalarını sineye çeken bir toplum, kendi geleceğini belirleme hakkından vazgeçip korkuyu iktidar koltuğuna oturtmuş demektir. Korkunun hüküm sürdüğü bir toplumun genel psikolojisi de, Aziz Nesin’in bir kitabının başlığıyla söyleyecek olursak, “Korkudan Korkmak” şeklinde belirlenir.

KORKUDAN KORKMAK

Şöyle diyor Aziz Nesin: “İnsanın korkudan korkuya karşı moral yapısını koruması, a) Kendini korkutan güçle uyum sağlayarak; b) Ona boyun eğerek; c) Onunla özdeşleşerek; d) Ya da büsbütün edilgen kalıp ‘hiçbir şey etmemek’ yollarıyla sağlanabiliyor.”

Bu psikoloji yaygınlaşıp bireylerde içselleştikçe, onun dışına çıkmayı başarabilen özgür zihinler, sadece devletin değil toplumun da huzurunu bozan ve şu veya bu şekilde susturulmaları gereken “günah keçileri” haline getiriliyorlar.

Ve ne acıdır ki bu susturma işini her zaman tüm ipleri tek elde toplanmış resmi makamlar veya yarı resmi “yandaş” mecralar üstlenmiyor. Bu genel akımın dışında kaldığına inandığınız kurumlarda da korkunun içselleştirilmesinden kaynaklanan bir “otosansür” ve susturma çabası göze çarpıyor. “Aman, muhalifler huzurumuzu bozmasın” kaygısı en olmayacak şeyleri yaptırıyor en düşünmediğiniz kurumlara. Pir Sultan Abdal’ın ölümsüzleşmiş dizeleriyle, “Şu ellerin taşı bana hiç değmez, ille dostun bir tek gülü yareler beni” demek geliyor insanın içinden.

ATAOL BEHRAMOĞLU’NUN SİTEMİ

“Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum” dizesinin ve daha nice dillerden düşmeyen dizelerin şairi, Türkiye’nin şairi ve “korkudan korkmayan” aydınlarından Ataol Behramoğlu’nun Aydın Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu Rusça Mütercim Tercümanlık Bölümü’ndeki görevine son verilmesi de insana ister istemez “Yine mi” sorusunu sordurtuyor. 

Osman Kavala’nın, Selahattin Demirtaş’ın, Mücella Yapıcı ve tüm Gezi davası tutuklularının ve daha pek çok muhalifin bir hukuk devletinde asla yaşanmaması gereken usullerle, siyasi saiklerle yaratılmış davalarla zindana atıldığı, anayasa ile tanıdığımız AİHM’nin peşpeşe kararlarına, dolayısıyla anayasaya rağmen adeta rehin alındığı bir memlekette, bir üniversite de muhalif bir şairin, akademisyenin işine son vermiş, çok mu, diye düşünebilirsiniz. Evet, çok!

Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet gazetesinde çıkan yazısında, “Öğretim üyeliği ya da herhangi bir görev hiç kuşkusuz sonsuza kadar devam etmez. Fakat üniversitemizden ayrılışımın kendi isteğim ve irademle olmasını dilerdim. Ne yazık ki öyle olmadı” diyor. KRT’deki açıklamasında da iktidara karşı izlediği muhalif çizginin üniversite üzerinde bir baskı yaratmış olabileceğini her zamanki gibi özenle seçilmiş sözcüklerle ifade ederken, aslında kararın ardındaki bu gerekçeden üç aşağı beş yukarı emin olduğu, bu konuda ipuçları bulunduğu anlaşılıyor.

DEĞİŞEN NE?

Benim anlamadığım şu: Ataol Behramoğlu 11 yıl önce Aydın Üniversitesi’nde kürsü başkanı olarak göreve başlarken de farklı birisi değildi ki... Üstelik bu 11 yılın işi de değil. Ben Ataol’u 1974’ten beri, neredeyse 50 yıldır tanıyorum. Bu 50 yıl boyunca ne sanatçı duruşundan ne de muhalif, sosyalist, yurtsever ve barışsever kimliğinden ödün verdi. Yeri geldi hapis yattı, yeri geldi sürgüne gitti. Ataol Behramoğlu’nun duruşu, benim bildiğim kısmıyla, en az 50 yıldır değişmedi.

Demek ki aradan geçen 11 yılda başka şeyler, başkaları değişmiş. 

Korkudan korkmak bir şey kazandırmıyor “Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum.”

***

Müjdat Gezen, Aydın Üniversitesi’ndeki görevine son verilen Ataol Behramoğlu’nu hiç vakit geçirmeden MSM Yaratıcı Yazarlık Bölümü’nün başına getirmiş, duydum, çok sevindim. Müjdat da değişmeyenlerdendir, koşullara göre eğilip bükülmez, korkudan korkmaz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları