Ayşegül Yüksel

İki zıt kültürden bir gülmece kırması

15 Mayıs 2018 Salı

John Buchan’ın 1915’te roman olarak yazdığı, Alfred Hitchcock’un 1935’te sinemaya aktardığı, Patrick Barlow’un da 2004’te oyunlaştırdığı ünlü casusluk öyküsü ‘39 Basamak’ son birkaç yıldır çeşitli kentlerimizin çeşitli sahnelerinde farklı yapımlarla yer alıyor. Duyduğuma göre, en beğenileni Mehmet Birkiye’nin İstanbul’da sahnelediği çalışmaymış. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın geçen mayıstan bu yana kapalı gişe oynadığı ’39 Basamak’ geçen hafta Ankara’daydı. Oyun bir casusluk komedisi dokusuna yerleştirilmiş. İngiliz gülmece anlayışının incelikleriyle bezenmiş olan bu gerilim öyküsü, Sherlock Holmes’tan ‘007’ye ulaşan bir tat veriyor. Birbirinden farklı tabloların art arda dizilmesiyle epizodik düzende gelişiyor. ‘Sidikli Kasabası’nın ünlü yönetmeni Oğuz Utku Güneş de oyunu sahnelerken, İngiliz gülmecesiyle Anadolu gülmecesini buluşturup zıtlaştırarak metni bütünüyle komedi dünyasına taşımış.

İskoçyalı Richard Anadolu Yollarında

Özgün metin, raslantı sonucu bir casusluk olayına bulaşan ve katil olarak aranan, Afrika’da yıllarca çalışarak zengin olmuş maden mühendisi İskoçyalı Richard Hannay’ın, bir yandan Avrupa’yı savaşa boğmak isteyen örgütü engellemek, bir yandan da peşine düşen casuslardan canını kurtarmak için çabalarken yaşadığı gerilimi anlatıyor. Bir perde boyunca hızla sürüp noktalanan bir ‘kaçak’ öyküsü... Yönetmen Güneş, tek perdelik oyunu iki perdeye yayarak, geleneksel biçemde -kanırta kanırtagüldürü üretme yolunu seçmiş. Aile köklerinin Anadolu’ya dayandığını söyleyen ‘kaçak’ kahramanımız, peşinden gelenleri atlatmak için bizim topraklarımızda oradan oraya koşarken, onu bir an bile gözden kaçırmayan casuslar, kılıktan kılığa girerek ve yerel ağızları kullanarak, sayılamayacak düzeyde ‘tipleme’ çeşitleriyle Anadolu insanlarından komik manzaralar sunuyor. Bu yerel tiplemelerin, bakış, mimik ve davranış özellikleriyle ‘İngiliz’ biçeminde bir duruş sergileyen kahramanımızla ve yolunun kesiştiği güzel İngiliz kızla buluştuğu sahnelerde yer yer incelikli komik zıtlıklar oluşuyor. Çoğunlukla ise ‘komiklik’ kabak tadı veriyor ve canlandırılan öykünün önüne geçiyor. Bu arada, en çok güldüren söz ve hareketlerin (özellikle de belden aşağı olanların) sık sık yinelenmesiyle kahkaha dozu arttırılıyor. Avrupa biçeminde ‘flört etme’nin ‘köylü cilvesi’ ile yer değiştirdiği tablodakine benzer sahneler uzadıkça uzuyor. Uzadıkça da, yapım parıltısını yitiriyor.

Yönetmen-oyuncu uyuşumu başarıya giden yol mu?

Garip ama gerçek, bir iki kez kıkırdamaktan öteye gidemediğim ve sahnedeki gürültü patırtı içinde yapıtın -çoktan unuttuğumkonusunu izlemekte yer yer zorlandığım oyunun profesyonelce kotarılmış bir yapım olduğunu söylemeliyim. Güneş’in kusursuz bir hareket düzenine olanak sağlayan alt bölümü dolaplı ‘basamaklar’dan oluşmuş, kılık değiştirmeyi hızlandıran dekoru, Tülay Kale’nin İngiliz ve Anadolu kültürünü yansıtan esprili giysileri, Ayşe Ayter’in oyuncuları üç boyutlu, siluet ve gölge biçiminde görüntüleyen ışık tasarımı, Ezgi Coşkun’un canlı koreografisi gerçekten usta işi. Bu görsel öğeler Richard’ı oynayan Mehmet Alp Sunaoğlu’nun, kadın rollerini canlandıran Gonca Yakut’un ve çeşitli casus tiplemelerinde harikalar yaratan Ali Eyidoğan ve Hakkı Kuş’un müthiş enerjik ve lezzetli performanslarıyla buluşunca, yönetmen Oğuz Utku Güneş, o çok sevdiği ‘sahnelemede güldürücü aykırılık’ amacına ulaşmış oluyor. Ne ki Güneş, oyuncuların seyirciyi daha çok güldürmek için yaptıkları yinelemeleri ve kanırtıp uzatmaları, yer yer ‘çizgi film’ izlenimi veren abartıları, ses ve başka işitsel öğelerin kullanımında ‘bağırtılı çocuk oyunu’ tonlarını engelleyememiş. Ya da yönetmen işini bitirip gittikten sonra, oyuncular işi yaramazlığa vurmuş. Artık aralarında hesaplaşsınlar!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Özdemir Nutku anlatıyor 3 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları