Barış Doster

Milliyetçilik, sınıfsallık ve emperyalizm

30 Ocak 2021 Cumartesi

Milliyetçilik tartışmaları son günlerde yine gündemin ön sıralarına yerleşti. Bu tartışmaların birkaç nedeni var. Birincisi, iç siyasetteki tartışmalar, saflaşmalar, siyasal dil ve sertleşen üslupla ilgili. İkincisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Mücadele’yle kurulan bir ulus devlet olmasıyla ilgili. Üçüncüsü, Türkiye’nin, Batı emperyalizminin bölmek, parçalamak istediği bir ülke olmasıyla ilgili. Konuyu tarihsel, siyasal, toplumsal, ideolojik, sınıfsal, iktisadi, kültürel yönleriyle de; kuramsal, kavramsal, kurumsal yönleriyle de tartışmak zorunlu. Tartışalım öyleyse...  

Tarihsel olarak milliyetçilikten bahsedince, öncelikle ve en fazla atıf verilen tarih, 1789 Fransız Devrimi’dir. Eskilerin, Fransız ihtilal-i kebiri dedikleri devrim, burjuvazinin yanına halkı, yoksulları, köylüleri alarak öncülük ettiği bir devrimdir. İzleyen süreçte kral, kilise, soylular ve büyük toprak sahiplerinin gücü kırılmıştır. Tarihin büyük devrimleri arasında yerini almıştır. Ulus devletle, ulusal sınırlarla, ulus fikriyle, ulusal bilinçle, ulusal dille birlikte anılır. İç içe geçmiştir. Sonraları burjuvazinin tutuculaşması, devrim yaparken karşı karşıya geldiği güçlerle uzlaşması, devrim sırasında ittifak yaptığı güçlerle arasının açılması, Fransız Devrimi’nin önemini azaltmaz. O devrim halkçı, toplumcu, laik ve aydınlanmacıdır. Dünya ölçeğinde etkilidir. Tanzimatçıları, Yeni Osmanlıları, Jön Türkleri, İttihatçıları, Kemalistleri, Cumhuriyetçileri etkilemiştir.  

İktisadi ölçekte milliyetçilik, milli burjuvaziyle, ulusal pazarla, üreticinin ve tüketicinin korunmasıyla, iç pazarın bütünleşmesiyle birlikte anılır.   

Siyasal, ideolojik, hukuksal anlamda milliyetçilik; ulus devletle, ulusal egemenlikle, hukuk ve yargı birliğiyle birlikte anılır. Feodal bağları ezerek yükselir. Kendi kurumları, kuralları, kavramları vardır. Ortak dille, ortak tarihle, tarih bilinciyle birlikte anılır. Kendi kültürü, kültürel kurumları vardır. Ortak coğrafyayla, yani yurtla, yurttaşlıkla, yurtseverlikle birlikte anılır. Ortak bir toplumsal tabanı; ortak hedef, amaç, kader birliği; ortak derdi, tasası, kederi; ortak bir duygu dünyası vardır. Bunlar güçlü bağlar, güçlü duygular, güçlü düşüncelerdir. Yok sayılamazlar. Küçümsenemezler. Kolay kolay da aşınmazlar.  

Milliyetçiliğin sınıfsal boyutu vardır. Ezilen ulusların, büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle “mazlum milletlerin” milliyetçiliğiyle, ezen ulusların, emperyalistlerin milliyetçiliği bir ve aynı değildir. Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı veren, vatanını savunan, sömürge veya yarı sömürge durumuna düşmüş halkın milliyetçiliği ilericidir, devrimcidir. Kapitalistleşmiş, üretim-mülkiyet-bölüşüm ilişkileriyle, pazar-hammadde-ucuz emek talepleriyle başka topraklara göz dikmiş, başka ulusların emeğine, kaynağına, zenginliğine barbarca el koyan ulusun milliyetçiliği faşizmdir.  

Milliyetçiliğin ölçütü nedir? 

Milliyetçiliğin, ilerici mi yoksa gerici mi olduğunu anlamanın en doğru yolu, emperyalizme karşı aldığı tutuma bakmaktır. Emperyalist olanı, faşist olanı; kendi ülkesinde tarihsel, toplumsal, siyasal ve sınıfsal olarak aştığı, geride bıraktığı feodalizm artığı, ortaçağ kalıntısı alt kimlikleri; hedef seçtiği, bölmek istediği ülkelerde kullanır. Kaşır, kışkırtır. Gericidir, yayılmacıdır, ırkçıdır. Buna karşılık üçüncü dünya milliyetçiliği halkçıdır, devrimcidir, toplumcudur. Emperyalizme karşıdır.  

Milliyetçiliğin dış politika boyutu vardır. Ezilen dünyada, halkın ezici çoğunluğu yoksuldur. Sermaye birikimi cılızdır, yok denecek kadar azdır. Emperyalist ülkede ise iç pazarın ötesinde sermayenin ulus ötesi saldırı ve talanı öne çıkar. Bu talandan işçi sınıfına da bir miktar pay düşer. Bu sayede emekçilerin devrimci talepleri sönümlenir. Sistem içinde kalmaları sağlanır. Dünya ölçeğinde bir devrime ilişkin hedefleri, hassasiyetleri kırılır. Dış talandan aldıkları payın da etkisiyle, gelirleri bir miktar artınca, biraz olsun rahat yaşamaya başlayınca, ideolojik olarak sağa kayarlar. Emperyalist ülkenin milliyetçiliği, kapitalizmin ulaştığı aşamayla birlikte, başkalarının topraklarına göz diker. Hırslı, hınçlı ve hırçındır. Buna karşılık, mazlum milletin, ezilen dünyanın milliyetçiliği, yayılmacı değildir. Nesnel olarak öyle bir gücü, olanağı, iddiası da yoktur zaten. Kendi sınırlarını, egemenliğini, toprak bütünlüğünü korumaya çalışır.  

Sanayi Devrimi’ni yapmış İngiliz emperyalizminin milliyetçiliği ile (sadece İngiliz Muhafazakâr Partisi değil, İngiliz İşçi Partisi de), Sanayi Devrimi’ni kaçırmış, yarı sömürge durumuna düşmüş, vatanı işgal edilmiş Osmanlı aydınlarının milliyetçiliği aynı değildir. Fransız milliyetçiliği ile Fransız işgaline karşı vatanını savunan Cezayir milliyetçiliği aynı değildir. ABD’nin milliyetçiliği ile ABD’nin saldırdığı Vietnam’ın, Kore’nin, Küba’nın, Afganistan’ın, Irak’ın, Suriye’nin milliyetçiliği aynı değildir. Nüfusunun üç katı kadar Covid-19 aşısı stoklayan Kanada’nın milliyetçiliği ile sadece 25 tane aşı gönderilen Gine’nin milliyetçiliği de aynı değildir.  

Kısacası, her milliyetçilik; o halkın tarihsel, siyasal, toplumsal, kültürel, iktisadi, coğrafi koşullarının, birikiminin, deneyiminin ürünüdür. O süreçte gelişir, olgunlaşır. Genelleme yapmak doğru olmadığı gibi bilimsel, nesnel, gerçekçi de değildir. Büyük sermayeyi savunanı da vardır; kamucu, toplumcu, devletçi ekonomiden yana olanı da. Liberal, kapitalist olanı da vardır; halkçı, devrimci olanı da. Emperyalizmin hizmetinde olanı da vardır; emperyalizme karşı savaşanı da.  

Atatürk milliyetçiliği; emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı veren, devlet kuran, devrim yapan, mazlum bir milletin, antiemperyalist milliyetçiliğidir. Bu yönüyle ezilen dünyaya örnektir. Özeldir, özgündür ve öncüdür. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları