Barış Terkoğlu

Devlet aklı bu noktaya nasıl geldi?

13 Ağustos 2020 Perşembe

Yalnız istifa mıydı? Biz öyle saydık. Nâzım’ın “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı” dediğini biliyorduk. Cihat Yaycı’nın tasfiyesinin ardından istifanın ömrünün daha kısa olduğunu gördük.

Hatırlayın, “Libya’da ne işimiz var” denilince o fotoğraflara günlerce bakmıştık. Mustafa Kemal, Trablus’taydı. Üzerinde her zamanki kıyafetleri yoktu. Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkan “Mustafa Kemal’in Savaşları”nı açıyorum. Yazarı Hüner Tuncer, Atatürk’ün 1911-1912 yıllarında girdiği harbi anlatıyor.

Osmanlı hükümeti, işgalci İtalya’ya karşı savaştan uzak duruyordu. Ancak stratejiyi kitaptan aktaralım: “İtalya ile resmen bir savaşa girilmeyecek; ancak bir vatan parçası hiçbir karşıt hareket olmadan da düşmana teslim edilmeyecekti.” Haliyle harp gayri nizami idi. 15 Ekim 1911’de Teşkilatı Mahsusa’nın üyeleri ile Mustafa Kemal’in yolculuğu başladı: “İngilizlerin elinde olan Mısır, tarafsız olması nedeniyle, Trablusgarp Savaşı’na katılmaya giden Osmanlı subay ve erlerinin Mısır topraklarından geçmesine izin vermiyordu. Bu nedenle, Osmanlı subaylarının tanınmamak için çok dikkatli davranmaları gerekiyordu.

Çöken Osmanlı düzeninden yeni bir hareket yaratmak isteyen Genç Osmanlıların iki adım attığını görüyoruz. Bir, birlikte savaşacak yerel kuvvetler bulmak. İki, savaşta düşmanı yalnızlaştıracak ittifaklar yaratmak.

Yunanistan krizinden sonra Mavi Vatan tartışmalarına bir daha baktım. Görüntüde herkes aynı şeyi anlatıyor gibiydi. Ama Yunanistan’la yaşadığımız gelgit açıkça iki ayrı stratejiyi gösteriyordu.

Türkiye, 21 Temmuz’dan 2 Ağustos’a kadar sürecek bir NAVTEX, yani “biz buradayız ona göre” duyurusu yayımladı. Yunanistan, Meis Adası’nın yakınında olduğu iddiasıyla Türkiye’nin burada sismik arama faaliyeti yapmasına karşı çıktı. Gerginlik büyüyünce Almanya arabulucu olarak devreye girdi. Erdoğan, Merkel’e “peki” dedi ve karar ertelendi. İşte Türkiye geri çekilince Yunanistan karşı hamle yaptı.

Türkiye neye hazır?

Türkiye ile Yunanistan arasında arabulucu görevi üstlenen ülkelerin girişimiyle masa kurulmaya çalışılırken Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, 28 Temmuz’da Almanya’nın Doğu Akdeniz’deki gerilimin azaltılması için diyalog sürecinin işletilmesini teşvik ettiğini belirtti ve Türkiye’nin önkoşulsuz bir şekilde, Yunanistan’la Ege, kıta sahanlığı, adalar, hava sahası, Doğu Akdeniz ve diğer tüm konuları konuşmaya hazır olduğunu duyurdu.

Kalın’ın açık çeki karşısında Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias kendileri açısından masaya yatırılacak tek konuyu açıkladı:

“Türkiye ile tek sorunumuz, kıta sahanlığı ve deniz yetki alanlarının belirlenmesidir.”

Ortada bir uyuşmazlık olduğu kesin. Öyle ki 31 Temmuz’da bayram namazı çıkışı açıklama yapan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Önümüzdeki günlerde Ankara’da Yunan komşularımızla bir toplantı yapmayı bekliyoruz” derken, Yunan basınında Türkiye ile görüşmelerin ağustosun sonunda başlayacağı yazıyordu.

Açıklamalardan anlaşılıyor ki Yunanistan’la masaya oturmak başka bir bahara kalmıştı. Erdoğan, 7 Ağustos’ta Ayasofya’da kıldığı cuma namazı sonrası mesajını verdi. Yunanistan’ın sözünde durmadığını söyledi ve “Biz hemen sondaj çalışmalarına yeniden başladık ve bu noktada Barbaros Hayrettin’i de yine görevine gönderdik” dedi. Erdoğan, sondaj çalışmalarının yeniden başladığını duyuruyordu, ancak açıklamasının üzerine düşününce büyük bir fark göze çarpıyordu. Yunanistan ile Türkiye arasında çıkan ve Merkel’in araya girdiği gerginliğin nedeni Oruç Reis gemisiydi ve görev alanı Meis Adası yakınıydı. Erdoğan ise Barbaros Hayrettin’in göreve gönderildiğini söyledi. Barbaros Hayrettin’in görev alanı Kıbrıs’ın doğusu ile Lübnan arasında KKTC’nin Türkiye Petrolleri’ne ruhsat verdiği alandı. Yani, Meis Adası’na epey uzak bir bölge.

Türkiye’nin Oruç Reis gerginliğinde geri adım atması Yunanistan’ı cesaretlendirdi. Akdeniz’de Türkiye’nin elini zorlaştıracak olan Mısır’la antlaşmayı imzaladılar.

Yaycı’nın doktrini

Tüm bunlar olupbiterken, Erdoğan’ın kürsüden övgüyle bahsettiği, Türkiye-Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasındaki deniz yetki alanları anlaşmasının mimarı olarak nitelendirilen Cihat Yaycı ne düşünüyordu?

İstifasının ardından akademik çalışmalarını Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi Başkanı olarak sürdüren Yaycı, Doğu Akdeniz’de yaşananlara ilişkin bir yazı kaleme aldı. Yaycı’ya göre NAVTEX’in ertelenmesi vahim sonuçlar doğurdu:

“Öncelikle Libya-Türkiye hattının 300 km. doğusunu dahi maalesef tartışmalı ya da müzakere edilebilir alan haline dönüştürmüştür.”

Amiral Yaycı, Oruç Reis’in çalışmalarının durdurulması sonucunda Libya-Türkiye antlaşmasını kendi elimizle ortadan kaldırma, Doğu Akdeniz ve Libya politikasını da kadük etme durumu ile karşı karşıya kaldığımızı vurguladı. Büyük bir diplomasi hamlesi, verilen tavizle işlevsiz hale getiriliyordu.

Peki, Yunanistan’la müzakere çabalarına Yaycı nasıl bakıyor?

Yaycı’ya göre; Yunanistan ile Doğu Akdeniz’de müzakere etmeyi kabul etmemiz ihtimali geri dönülemez zararlar verecek bir tutum. Zira Yunanistan bizim Doğu Akdeniz’de muhatabımız değil. Sadece Yunanistan’ın bizim hakkımız olan deniz alanından talebi var. Yunanistan’la müzakere etmek demek hakkımız olandan ne kadarını onlara vereceğimizi görüşmek anlamına geliyor.

Çözüm için bir yola da işaret ediyor Yaycı: “Hiç vakit kaybetmeden İsrail ve Lübnan ile de anlaşma yapmışçasına Doğu Akdeniz’de ivedilikle MEB ilan edilmelidir.”

Başlangıçta strateji neydi?

Cihat Yaycı’nın yazısını bitirdikten sonra elime “Doğu Akdeniz’in paylaşım mücadelesi ve Türkiye” kitabını alıyorum. Amiral Yaycı kitabında, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hak kaybetmemek için yapması gerekenleri sıralıyor. Türkiye’nin Mısır, İsrail, Libya, Lübnan ve Suriye ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına dair antlaşmalar imzalamasının gerekli olduğunu savunan Yaycı, bu antlaşmaların Türkiye’nin olduğu kadar diğer ülkelerin de menfaatına olduğunu söylüyor. Türkiye için en kötü senaryo ise Yunanistan-Mısır ve Yunanistan-GKRY arasında deniz yetki alanlarının paylaşımına dair antlaşmaların imzalanması...

Ortaya çıkan tabloya baktığımızda, ülkeyi yönetenlerle, Doğu Akdeniz’deki Türkiye’nin siyasetini şekillendiren Libya antlaşmasının mimarı arasında büyük bir farklılık var. Türkiye’nin karşısında iki farklı doktrin mevcut: Saray’daki akıl Yunanistan’la masaya oturmaya çalışırken, Cihat Yaycı Yunanistan’ın muhatap alınmaması gerektiğini Mısır, İsrail, Lübnan gibi ülkelerle antlaşma yapılması gerektiğini söylüyor.

Bize ittifak lazımdı

Akdeniz’de kurulan satranç tahtasında arka arkaya hamleler yapılıyor. Geldiğimiz noktada, Yaycı’nın “en kötü senaryo” dediği Mısır ile Yunanistan arasında antlaşma imzalandı. Hem de Mısır, Türkiye’yle masaya otursa daha fazla hak kazanacağı alanlardan taviz vererek...

İsrail ise Yunanistan’ın yanında olduğunu, antlaşma imzalayacaklarını duyurdu.

Yeniden, birlikte savaşmak için yerel güçler arayan ittifaklar kurmaya çalışan Mustafa Kemal’in Trablus’taki fotoğrafına bakıyorum.

Libya’daki varlığımıza dair Mustafa Kemal’in fotoğrafını gösterenler, yerel kuvvet buldular ancak dış politikada yürüttükleri sıkışmış İhvancı politika nedeniyle, Türkiye’yi derin bir yalnızlığın karanlığına sürüklediler. Çıkarlarımız için antlaşma imzalamamız gereken ülkeler, zarar edecek olsalar dahi bizim yerimize Yunanistan’la masaya oturuyor. Biz ise Merkel’in ricasıyla, gemilerimizi arama yaptığımız bölgeden çekiyoruz. Sonra bir kez faka bastırılıyoruz.

Evet, savaş politikanın başka araçlarla devamıdır. Öyleyse savaşı, istifayı, ölümü değil önce politikayı arayacağız.






Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları