O duvar, o duvarınız…

09 Ekim 2016 Pazar

Kürsüde bir din adamı var.
Adı: Heiner Koch...
İslam ve yabancı karşıtlarına karşı cesaretle tavır alıp ırkçı PEGIDA hareketini eleştirirken “Tarihte Nazilere karşı net tavır alamadık, bu hatayı bir daha tekrar etmeyelim” çıkışını yapan Berlin Başpiskoposu…
Son zamanlarda dinlediğim en ilginç konuşmalardan birini yapıyor. Hem de alışılmadık bir yerde:
Leipzig Basın Özgürlüğü Ödülü’nün verileceği salonda…
Umulmadık bir alıntıyla giriyor söze:
Benim, herkesi özeleştiriye çağıran bir tweet’imi okuyor.
“Ben” diyor; “…sadece Katolik Kilisesi adına değil, kendi adıma da aynaya bakmaktan çekinmeyen bir insanım.”
Sonra tarihi bir özeleştiriye başlıyor:
“Katolik Kilisesi, basın özgürlüğünü reddediyordu. Papa, basılan kitapların, insanların beynini zehirleyeceğini söylüyordu. Bu tavrını 20. yüzyıla kadar sürdürdü.”
Sonra 1960’ların ortalarında yaşanan değişimi özetliyor Koch:
“Kilise, ilk kez basın özgürlüğünün önemini vurguladı. Özgürlüklerin dine tehlike teşkil etmeyeceğini, tersine insanı geliştireceğini söyledi. Yasaklı kitaplar listeleri ortadan kaldırıldı. Yepyeni bir çağ açıldı.”

***

Başpiskopos Koch, bu konuşmayı iki gazeteciye cesaret ödülü verilmesi nedeniyle yapıyordu:
Biri bendim, diğeri pasaportuna el konulduğu için gelemeyen Erdem Gül
Bir din adamı, kürsüde günahlardan değil, özgürlüklerden söz ediyor, protokol sıralarında oturan Polis Şefi onu alkışlıyordu.
Bir an, Diyanet İşleri Başkanı’nın “Ne yazık ki geçmişte özgür basına, farklı fikre tahammül gösteremedik” diye özeleştiri yaptığını, Emniyet Müdürü’nün de onu alkışladığını gözümün önüne getirdim.
Çok mu uzakta?
Hiç belli olmaz.
Leipzig’de 40 yıl boyunca hükmeden rejimin, 4 hafta içinde devrileceğini kim öngörebiliyordu ki?
9 Ekim 1989’da 70 bin kişi, baskıya karşı “Biz halkız” diye ayağa kalktı. O isyan, 4 hafta sonra, 40 yıllık rejimi ve çeyrek asırlık duvarı yıktı.
Deutsche Welle’nin Yayın Yönetmeni, 9 Ekim’i, “Halkın, diktatörden korkmayı bıraktığı gün” diye tarif ediyor.

***

Ben de teşekkür konuşmamda “Başkalarının Hayatı” filminden söz ettim.
Doğu Almanya’da, sanatçıları, yazarları, gazetecileri takiple görevli bir istihbaratçının hikâyesini anlatıyordu film…
Duvar yıkıldıktan sonra enkaz altında kalanlar arasında, o görevliler de vardı. Yıkıntılardan, kirli dosyalar, hukuksuz kararlar, karartılan hayatlar çıktı.
“Başkalarının Hayatı…” diye bir şey yok artık dünyada…
Herkes, her hayatı görüyor, izliyor, tepki gösteriyor.
Türkiye’de bir köprüde başlayan darbenin, bir karakolda atılan tokadın, otobüsteki bir tekmenin yankısı, bütün dünyadan işitiliyor.
Avrupa hükümetleri, şantaja boyun eğip hukuksuzluklara göz yumsa da insan hakları savunucuları, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri Türkiye’yi çok yakından izliyor.
Cesareti ödüllendirirken baskıyı cezalandırıyor.
Yolun sonu, tarih kitaplarında yazıyor.
“Duvar çok yüksek... Kimse yıkamaz artık” diye düşünenler gelip buradaki kalıntılarını görmeli…•LEIPZIG  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları