Celal Üster

Korku ikliminde otosansür

07 Ekim 2014 Salı

Altın Portakal’daki ‘Tayyip’ sansürünün ‘çözülmesinin’ ardından

Bir otosansürü bir başka otosansürle ‘gidermek’ çözüm mü? Tüm yaşananlar, iktidarın ülkenin dört bir yanında dayattığı baskı ve korku ikliminin bir sonucu değil mi?

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde patlak veren sansür, pardon otosansür krizini sayfalarımızda adım adım ilettik okurlarımıza. Açıklamaları, tepkileri…
Kriz, sonunda tam da Türkiye’ye özgü bir yoldan çözüldü. Otosansür, bir başka otosansürle “giderildi”.
Reyan Tuvi’nin Gezi Direnişi’ni belgeleyen “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” adlı filmindeki İngilizce altyazıların bir bölümü -TCK’nin bazı maddelerine aykırı olduğu, Türkçesi “hakaret” içerdiği gerekçesiyle- çıkarılarak…

Belgeselin işi belgelemek
Peki, bir belgesel film niçin çekilir? Kuşkusuz, her şeyden önce, bugüne ve yarına belgelemek için.
Taksim’in göbeğindeki bir yeşil alanı koruma kaygısından yola çıkan, ama iktidarın yabanıl baskısı karşısında son yılların en görkemli iktidar karşıtı gösterisine dönüşen Gezi Direnişi’ni belgeleyen bir film de eylemler, yürüyüşler, polis saldırıları sırasında yükselen protesto seslerini yansıtmayacaktı da ne yapacaktı!

Sanatsal değil yasal bakış
Altın Portakal’ın Belgesel Yarışması’na seçilen filmlerin festivalin hukuk danışmanına da izlettirildiği ve “sansür krizi”nin hazırlanan hukuki rapordan doğduğu söyleniyor.
Hukuk danışmanının hazırlayacağı rapor doğallıkla “yasal gerekçeler”e dayanacaktır.
Aslında yapılan, ön jürinin sanatsal değerlendirmesini yasaların buyruğuna terk etmekten başka bir şey değil. Bu da kanımca, iktidarın ülkenin dört bir yanında dayattığı baskı ve korku ikliminin bir sonucu.

Yeni bir dayatma
Festival yönetiminin son açıklamasında, “belgeselin yeniden gönderilen versiyonunun değerlendirilmesi sonucunda” krizin çözüldüğü belirtiliyor.
Açıklamayı Türkçeye çevirirsek(!), sansür krizinin, filmin yönetmenine yeni bir sansürün dayatılmasıyla çözüldüğü ortaya çıkıyor.
Festivalin internet sitesindeki açıklamada, “başka bir açıklama yapılmayacağı, festival sonunda konuyla ilgili geniş bir değerlendirmede bulunulacağı” söyleniyor.
Neden?
Altın Portakal ve Türk sineması, içinde yaşadığımız baskı ortamının bir sonucu olarak patlak veren “otosansür krizi”nden, yaşananlar kamuoyundan gizlenerek mi kurtulacak?

Kapalı kapılar ardında
Doğrusu, Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu FIPRESCI’nin ve bizim Sinema Yazarları Derneği SİYAD’ın Başkanı Alin Taşçıyan ile İstanbul Film Festivali’ni uzun yıllar başarıyla yönetmiş olan Hülya Uçansu’dan, sorunu kapalı kapılar ardında “çözmeye” çalışmalarını değil; Festival Komitesi’nin üyeleri olarak kamuoyunun karşısına çıkmalarını, olup biteni ayrıntılarıyla anlatmalarını, sansür ve otosansürün her türlüsüne karşı olduklarını, gerekirse görevden çekileceklerini açıklamalarını beklerdim.
Altın Portakal’da yaşananları izlerken, Milos Forman’ın bir sözü geçiyor aklımdan:
En büyük kötülük, sansürün ürünü olan otosansürdür, çünkü adamın belkemiğini büker, karakterini yok eder, başka bir şey düşündüğün halde başka bir şey söylemek, kendini sürekli dizginlemek zorunda kalırsın.

‘İnatla diren!’
Gezi döneminin başbakanı, şimdinin cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret içerdiği söylenen “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” belgeselinin yönetmeni Reyan Tuvi’nin bir sözü bu hengâmede gözlerden kaçtı.
“Sokaklarda, duvarlardan küfürleri boyayarak silen ve ‘küfürle değil, inatla diren’ diyen kadınları selamlıyorum…”
Festival Komitesi’ni bu denli ürküten belgeselin hiç kimseye “hakaret” amacı taşımadığının, haklarını savunmak için inatla direnen insanların başkaldırısını gelecek kuşaklar adına belgelemekten başka bir kaygı gütmediğinin bundan güzel belgesi olur mu?..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Irgat’ın Türküsü 14 Mayıs 2018

Günün Köşe Yazıları