Ceylan Adanalı Kabadayıoğlu

Özlediğimiz Değer-Köy Enstitüleri

15 Nisan 2016 Cuma

Ne tesadüf ki; Dünya eğitiminde adeta bir mucize gerçekleştiren Finlandiya eğitim modelinden bahsettiğim geçen haftaki yazımın tam da ertesi günü katıldığım uluslararası bir eğitim konferansında TC Milli Eğitim Bakanlığı’nın Fin Eğitim Sistemi’ni, Türk Eğitim Sistemi’ne uyarlamak üzere çalışmalara başladığını öğrendim.

İç geçirerek kaleme aldığım, hatta kıskanılası olduğunu yazarak yazımı bitirdiğim Fin Modeli ülkemize ne kadar uygulanabilir, maya ne kadar tutar bilinmez. Ama haberi öğrendiğimde hissettiğim şuydu ki; TC Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerinin, adeta talan edilmiş eğitim sistemini onarmanın çözümünü önce kendi geçmişinde ve tarihinde aramak yerine başka bir ülkenin eğitim modelinde araması ülkesine aşık bir eğitimci olarak bana hicap verdi. Hele ki ortada Türkiye’nin 1940’lardaki kültür yaşamına damgasını vuran, aslında gıpta ettiğimiz Finlandiya eğitim modelinin tam da aynısı olan ve hatta Fin modelinden de eski yıllara dayanan bir “Köy Enstitülerimiz Gerçeği” varken.

Dünya’da benzeri görülmemiş bir örnek oluşturan, tamamen Türkiye’ye özgü bir eğitim projesi olup birçok akademik inceleme ve araştırmaya örnek olan Köy Enstitülerini hatırlatmanın; Türk eğitim bilimine ve tarihine saygının kaçınılmaz gereği olduğunu düşündüm.

Eğitim ilkelerinin ustaca düzenlendiği ve tam anlamıyla bir kişilik eğitiminden yana olan Köy Enstitüsü Sistemi Cumhuriyet yönetiminin toplum yapısını yönlendirici en belirgin örneklerindendi. Köy Enstitülerini diğerlerinden ayıran en önemli özellik en yüce değerin insan olarak kabul edilmesiydi. İnsanları din, dil, cins, ırk ayrımı gözetmeksizin bir değer ve birey olarak kabul eden Köy Enstitüleri Kanunu; ast-üst ilişkisi yerine birlikte iş başarma anlayışını, “hesap sorma” yerine “hesaplaşma” anlayışını benimsiyordu. Sistem; üstlerin astları, büyüklerin küçükleri ezmediği, herkesin gücüne göre bir ödevi ve görevi olduğu ilkesine dayalı fonksiyonel bir örgütlenme üzerine kuruluydu. Aynı geçen yazımdaki Fin Modeli gibi; din hakkında bilgi verildiği halde din eğitiminden ve inanç aşılamaktan sakınılan, gerçek rehberin bilim olduğu, öğrenmenin ise merak, araştırma, eleştirme ve sorgulamayla gerçekleştiği bir eğitim anlayışı benimsenmişti.

Yine aynı Fin Modelindeki gibi Köy Enstitüleri’nde okul kitapları ve bilgi sadece bir araçtı. Bu araç öğrencinin yaratıcılığını ve merakını uyandırmak, onlara bazı çalışma ve düşünme metotları edindirmek için kullanılırdı. Ve yine aynı Fin eğitim anlayışı gibi; her insanın, sadece akademik değil müzik, spor, sanat yönünden de gelişimine önem verilirdi. Mesela köylerde büyümüş öğrencilere klasik müzik enstrümanları ve geleneksel sazları çalması öğretilirdi. O dönemin devlet büyükleri tarafından dünya klasikleri Türkçeye tercüme ettirilmişti. Köy enstitüleri öğrencileri her sene 25 tane klasik romanı okumakla sorumluydu. Böylece zeki ve yetenekli köy çocuklarından engin ve entellektüel aydınlar yetişmesi amaçlanırdı.

Bir enstitüde öğrenciler fen bilgisi dersinde aldıkları teorik bilgiyi pratiğe dökerken, örneğin kendi sulama kanallarını oluşturarak eğitim gördükleri çiftliklere sulama suyu getirirken bir başka enstitüde öğrenciler hem kendi hem de diğer enstitüdeki öğrencilerin formalarını kendileri dikebiliyorlardı. Enstitülerden birinde öğrenciler daha fazla balık üretimi için araştırma yapıp uygularken, daha fazla ürettikleri balığı diğer enstitülere gönderirken ve hatta satıp oradan aldıkları paralarla enstitülerinin tadilatı için bütçe yaratırken diğer enstitüdeki öğrenciler doğa içerisindeki okullarında ağaç dikimi üzerine uzmanlaşıyorlar, hatta başka bir enstitüye ağaç dikilecekse birlikte gidip o ağaçları birlikte dikmek üzre örgütleniyorlardı. Yani aynı gıpta ettiğimiz Fin Modeli gibi; okullar arası farklılık değil eşitlik ve dayanışma vardı. Enstitülerin herbiri hayatın içinde, hareketli, canlı, üretken, iyimser ve mutlu insanlar yetiştiren birer okuldu.

Bu yazı öyle güzel bir zamana denk geldi ki. Bugün 17 Nisan 2016 Pazar ve Köy Enstitülerinin kuruluşunun 76. Yıldönümü. Ekonomik sıkıntıların, yetersiz endüstrinin, pahalılığın, karaborsanın ve 2.Dünya Savaşı’nın Türkiye’yi dar bir kıskaca aldığı en zor dönemde 76 yıl önce bugün bin bir güçlükle kuruldu Köy Enstitüleri. Bugün onlarca imkan içerisinde yap boza dönen bozuk eğitim düzeni mevcutken, geçmişte imkansızlıklar içinde kurulup mucize yaratan bu sisteme bakıp şükran, saygı ve özlem duymamak elde değil.

Enstitülerin sadece birinde değil tümünde yapılan çalışmalar, yenilikler, resmi düzenlemeler o kadar titizlikle tutulmuş, arşivlenmiş ve hatta eğitim kadrosunun anıları bile öyle özenle saklanmış ki şu an çoğu eğitim kurumunun bile bu düzene ve bilgi belge bolluğuna sahip olmadığına eminim.

Ülkemizin toplum bilimcilerinin, eğitim bilimcilerinin, bilim ve araştırma kuruluşlarının; ulaşılması ve erişilmesi son derece kolay olan bu bilgi ve belgelere ulaşıp üzerinde çalışmalar yapması, ülkemizin bugünkü sosyo-ekonomik durumunu göz önünde bulundurarak revize etmesi, Fin Eğitim Modelini Türk Eğitim Modeline örnek almak yerine kendi ülkemizin özgün sistemi olan ve 1940larda dünyada benzersiz bir örnek teşkil eden Köy Enstitüleri Modelini örnek alması çok da zor olmasa gerek.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

23 Nisansız çocuklar 23 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları