Şöyle geçmişten bugünlere bakınız; Amerika Birleşik Devletleri’nin özellikle sağ partilere yön vermekteki maharetine şapka çıkarırsınız.

Durup durduk yerde bu yorum

nereden çıktı diye sorabilirsiniz.

Şu kısa haberden kaynaklanıyor.

Bir gazetemizde (yalnız Vatan’da) 2010 tarihli bir WikiLeaks raporu ile ilgili bir haber yayımlandı.

WikiLeaks belgesi; son günlerde adı AKP ile anılan, 31 Temmuz’da da iktidar partisine katılacağı açıklanan HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş hakkında zamanın ABD Büyükelçisi James Jeffrey’in 25 Şubat 2010 tarihli Washington’a gönderdiği bir rapor.

Raporunda Büyükelçi; “Kurtulmuş’u ‘diğer Saadet Partililerden farklı, iyi İngilizce bilen, ABD’de yaşamış, düşünceli ve cana yakın biri’ olarak tanımlıyor. İnsan hakları, demokrasi, dış politika, ekonomi söylemlerini de övüyor.”

Saadet Partisi’ne Recai Kutan’dan sonra genel başkan olan Kurtulmuş’la bir akşam yemeğindeki görüşmenin ana çizgilerini içeren raporda Kurtulmuş’un “SP’yi bir dinci parti değil, Anadolu gelenekleriyle bağdaşan bir popüler parti olarak tanıttığını, hatta bazı solcuların kendilerine liberal parti dediğini” yazıyor.

“Masadaki en önemli konu İsrail’di” diyen büyükelçi; Kurtulmuş’ta “bu konuda beklenmedik düşük profilli olduğunu gördüğünü ve İsrail’e Amerikan desteğini eleştirmek konusunda diğer Türk politikacıların yaptığı gibi her fırsatı değerlendirmeyi tercih etmediği”nin altını çiziyor.

AKP’ye katılma girişiminden sonra daha önceleri ekonomiden dış politikaya bütün söylemlerinin arkasında durduğunu açıkladı Kurtulmuş.

ABD Büyükelçisi’ne söyledikleri RTE’nin izlediği politikalara ters düşüyor. Kurtulmuş, önceki söylemleriyle, örneğin bugün Başbakan’ın izlediği İsrail politikasına ters düşen dünkü söylemlerinin arkasında duruyor mu acaba?

***

Kurtulmuş’un AKP’ye kapılanmasını yandaş basın RTE’den sonra olası başbakan diye tanımlayıp destekledi.

ABD’nin diplomatik yollardan, istihbarat örgütü CIA’nın özellikle yetiştirilmiş Türkçe bilen buradaki ajanları aracılığıyla Türkiye’deki siyasal gelişmeleri çok yakından izlediği bilinen bir gerçek.

Geçmişten bugüne uzanan çizgide, özellikle 27 Mayıs devriminden sonra; ABD’nin oy bazında her zaman sola fark atan sağ partilerin başına gelmesi olası genel başkanları önceden saptadığı, şu veya bu yoldan desteklediği de bir gerçek.

İlk örnek 1960’larda Adalet Partisi’ne genel başkan seçilen, 1964’lerde iktidara gelince Başbakan olan Süleyman Demirel.

Basının ABD’de CIA damgasını vurduğu bir fonun çağrılısı olarak bir süre mesleğiyle ilgili incelemelerde bulunan, siyasete atılmadan önce temsilciliğini yaptığı bir Amerikan şirketinin adıyla uzun süre “Morison Süleyman” diye anılan Demirel; ABD doğrultusunda politikalar izlediği için sürekli eleştirildi.

12 Eylül’den önce Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal, 12 Eylül darbesinden sonra ABD’de Dünya Bankası’nda uzun zaman çalıştığı sırada, sonradan ABD Başkanı olan, zamanın CIA Başkanı Baba Bush’la yakın ilişki kurdu. Darbeden sonra kurucusu olduğu Anavatan Partisi iktidara geldi, Başbakan oldu ve... ABD politikalarını sadakatle izledi.

Önceki örneklere ek olarak; Refah Partisi’nden İstanbul Belediye Başkanı seçilen RTE’nin ABD’nin İstanbul Başkonsolosu ile görüşmeleri... AKP iktidara gelmeden önce yine çağrı üzerine ABD’ye gidişi... İktidara gelince ABD yörüngesinde politikalar sergileyen bu tablo...

…ABD’nin sağ partilerin başına gelecek kişileri önceden test edip, ulusal politikalarına yatkınlığını liderliğe seçilmeden önce saptayıp, desteklediğini gösteriyor.

***

Bu tablo; RTE’den sonraki başbakan diye tanımlanan Numan Kurtulmuş’un HAS Parti lideri iken yerden yere vurduğu AKP karşıtı politikalardan birden keskin bir dönüş yapmasıyla tamamlanıyor.

WikiLeaks belgesi, ABD’nin RTE’den sonra AKP’ye bir genel başkan ve başbakanı çok önceden bulduğu izlenimi verdiği gibi...

Numan Kurtulmuş’un AKP’ye katılımı sağ partilere lider seçilenlere ABD etkisini kanıtlayan bir anlam kazandırıyor.

Böyle gelmiş böyle gidecek mi?

Yeter be!