Deniz Yıldırım

Akışa direnen Filistin

22 Mayıs 2021 Cumartesi

Buhranlı, çıkışsız günlerin aydını ve toplumu kuşattığı, çaresizliğin ve yalnızlığın insanı sarstığı koşulların edebiyatıyla, teslim olmamak gerektiği düşüncesini yükselten eşiklerin, politik sahada umudu örgütleyen direnişlerin var olduğu günlerin edebiyatı aynı değil. Sanıyorum bu gerçeği edebi politik sahada en iyi yansıtan isimlerden birisi de Filistinli yazar ve mücadele insanı Gassan Kanafani (1936-1972).

Genç yaşında bombalı bir saldırı sonucu hayata gözlerini yumsa da edebi mücadelesiyle politik mücadelesi arasında hep eşzamanlılık, hep bir bütünlük var. Birini diğerin önünde ya da arkasında görmeye dayanan tutum değil bu; biriyle diğeri arasındaki yapay sınırları kaldırmaya çalışan bir pratisyenin tutumu daha ziyade. Bireysel gibi görünen hikâyeler üzerinden Filistin halkının kolektif bilincini açığa çıkarıyor, tekil gibi görünen Filistin dramı üzerinden evrenselleştirilmiş bir insanlık hikâyesi, ezilenleri ortaklaştıracak bir imge yaratıyor Kanafani.

Gerçekten de Kanafani’nin “direniş edebiyatı”, parçalanmış bir kimliği edebiyat aracılığıyla yeniden bir araya getirmesi, farklı parçalardan bütünlüklü bir “ulusal popüler” cevher şekillendirilebilmesi nedeniyle de politik. Ali Çakmak, geçen yıl yayımlanan Düşmanlıklar Zamanı - Gassan Kanafani ve Filistin Direniş Edebiyatı adını taşıyan nitelikli çalışmasında Kanafani edebiyatı için “İsrail’in parçaladığı Filistinliyi yeniden bütünlüğüne kavuşturmuştur” diyor. Çok yerinde ve önemli bir saptama.

Çoğu zaman bir edebi eseri, düzen içi “büyük siyaset” tanımlarına göre değerlendiriyor, içinde kurumlar, liderler, partiler olduğu oranda “politik edebiyat” sınıfına koyuyoruz. Kanafani, bu koca koca duvarları kaldırıyor. Ezen düzene ve zulme karşı toplumsal bir direnç, bir hafıza, bir ortak mücadele bilinci geliştirmeye katkı verdiği oranda edebiyat, ele aldığı konu, merkezine koyduğu kişi sayısından bağımsız olarak siyasal işlev görüyor onda. Bu açıdan Kanafani’nin eserlerinde, Deleuze ve Guattari’nin Kafka bahsinde gündeme getirdikleri “minör edebiyat”ın politik yayılım olanağı çok belirgin. Dar bir alanda, sınırlı sayıda kişi arasında, bazen aile içinde geçen bir hikâyenin çok daha geniş bir politik evrene, kolektif olgulara gönderme yapabilmesi bağlamında Kanafani’nin eserlerinde siyaset, edebiyatın ve hayatın bizzat içinde.

GAZZE’DEN MEKTUP

Kanafani’de sadece edebiyatla siyaset arasına çekilen sınırlar değil, akıştan kaçışla akışa direnç arasındaki sınırlar da oldukça geçirgen. Öyle ki “Gazze’den Mektup” adlı hikâyesi bu gerçeği gözlerimizi yaşartarak bilincimize sunuyor. Hikâyenin kahramanı, Filistin’den, Gazze’deki yaşamdan kaçıp Amerika’ya yerleşmeye giden arkadaşı Mustafa’ya mektup yazıyor. Aslında kahramanımız da akıştan kaçmak istiyor. Ancak birkaç sayfa içinde akışa dirence geçişin ışıklı tabelaları beliriyor. Hikâyede, kahramanın, hayatını kaybeden ağabeyinin kızı Nadya, İsrail saldırısından korumak için kardeşlerinin üzerine kapanmış ve bacağını kaybetmiş. Hastaneye gidiyor, yaralı çocukları görüyor kahramanımız, yeğeni Nadya’yı görüyor. Ve her şey değişiyor, zihnindeki Gazze değişiyor. Kanafani, “Gazze’de her şeyin kalbi, ağlamayı içermeyen bir hüzünle atıyordu. Bu bir meydan okumaydı: Kopmuş bir bacağın iadesini istemekten çok daha fazlası!” diyerek dönüşümü belirginleştiriyor bu noktada. Ve sonunda kahraman, Mustafa’nın yanına gitmekten vazgeçtiği gibi, onu Gazze’ye çağırıyor: “Yanına gelmeyeceğim. Ama sen bize geri dön! Nadya’nın kopmuş bacağından hayatın ne olduğunu ve var olmanın neye değdiğini öğrenmek için dön.”

Etkileyici. Kanafani’nin katı, bilindik sınırları bu denli silikleştirmesi, kendi çocukluk deneyiminden bağımsız olmasa gerek. Yazdığı bir mektupta, her dönemin başında öğrencilerine köyde mi yoksa şehirde mi yaşamak istediklerini soran Arapça öğretmenini hatırlar ve “Oysa bu çocuklar bir mülteci kampında yaşıyorlar (Çakmak, sayfa 23’te aktarıyor)” der. Kamptaki çocuk için olağanüstü, olağandır. Orada bildik ikilikler işlemez. Kanafani de Filistinli bir kamp çocuğudur. Bilindik, olağan sınırlar, ikilikler onda yerini başka insani-kolektif zıtlıklara bırakmış görünmektedir. Carl Schmitt’ten Agamben’e teori, kampta istisnai olarak başlayan baskıcı bir kuralın (nomos) olağanlaşmasına, her alana yayılmasına gönderme yaptı. Kanafani’de ise kampın içindeki direnci istisnadan çıkarma, kurala dönüştürme, her alana yayma, yalnızlaştırana karşı dayanışma yönünde tersine bir etki var. Bu yönüyle de baskıya karşı politiktir.

Yazının başında Kanafani’nin mesajının tikelden evrensele dönüşümünden söz etmiştim. Ali Çakmak bunun Arap milliyetçiliğinden Marksizme yönelen siyasal evrimiyle paralel işlediğinin altını çiziyor. Bu sayede bir süre sonra Kanafani, Filistin’i dünyadaki tüm baskının, sömürünün, haksızlıkların ortak sembolü olarak kavramaya, Filistin’i ulusaldan evrensele dönüştürmeye başlıyor. Şöyle diyor: “Dünyada Filistin’deki trajedide temsil olunmayan tek bir olay bile yok.” Filistinli yönetmen Elia Suleiman, geçen yıl katıldığı bir söyleşide, yeni filmi “Burası Cennet Olmalı”da niye Filistin dışına odaklandığı yönündeki soruya, “Çünkü dünya küresel bir Filistin’e dönüşmekte” diyerek yanıt vermişti. Kanafani haksız mıymış?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları