Deniz Yıldırım

‘Çökme’nin teorisi

16 Haziran 2021 Çarşamba

Ortaya saçılan iddiaların, yanıtsız bırakılan savların arka planında ciddi bir ekonomi politik dinamik işliyor. Türkiye’de sermaye birikimiyle siyaset arasındaki ilişkiyi tarif eden sözcüklerden “çökme”nin, halkın kaynaklarının legal/illegal sınırını bulanıklaştıran ilişki ağları aracılığıyla ve zor gücüyle tüketilmesinin, “mülksüzleştirme”nin derinliği, buzdağının çok küçük bir kısmına bakılarak bile anlaşılabiliyor. Ve yeni değil bunlar; sadece toplumun bir bölümü şimdi daha fazla duyuyor.

Böylece siyasetin sermaye birikim sürecinde oynadığı merkezi rol de daha fazla belirginleşiyor. Bu durumsa, devletin sınıfsal, sermaye birikimininse siyasal karakterini ele veriyor. Bütün bunlar, özellikle pastanın küçüldüğü, birikim olanaklarının daraldığı dönemlerde halkın kaynakları ve emeği üzerindeki “rekabet”in ne denli sertleştiğini de gösteriyor. İfşaların, sessizliğin, kliklerin ve parçalı görüntünün arkasında bu “rekabet” dinamiğinin de yer aldığını akıldan çıkarmamak gerek. Zira kriz, iktidar blokunun iç birliğini de sarsıyor.

İddialar bir yandan da iktidarın “organik bütünlük” tezinin altını oyuyor. İktidar her sıkışmada, halkın ekmeğinin küçülmesine yol açan her hamlede “millet” ya da “ümmet” kimliğine gönderme yapıyor. Boşuna değil. Pasta büyükken dar bir azınlık sefasını çekiyor. Pasta küçülürken “hepimiz aynı gemideyiz” diyerek fedakârlığı yine emeğiyle geçinen, cefakâr halk çoğunluğundan bekliyorlar. Millet sadece cefada değil, bolluk ve berekette de hatırlanmalı, öyle değil mi? Şimdi iyice belirginleşen kriz dinamikleriyle, artan işsizlik ve pahalılıkla birlikte kamusal kaynakların kullanımı, yönetenlerin harcamaları daha fazla dikkat çekiyor, buradaki adaletsizlikler daha fazla tepkiye neden oluyor. Ortaya saçılan ve yanıtsız bırakılan, araştırılmayan, denetime tabi tutulmayan tüm bu kirli ilişkilerin merkezinde yer tutan “çökme yoluyla birikim”, bu “hepimiz biriz, biz bize yeteriz”in, organik bütünlük öneren kimlik siyasetinin, sınıflardan azade “biz” inşası projesinin de altını oyuyor.

Ortada iki “biz” var halbuki; bir yanda “çökme” yoluyla büyüyenler, diğer yanda da emeğiyle geçinen halk çoğunluğu. Aziz Nesin bir söyleşisinde, “Toplumda tüm sömürülen insanlarla, sömürülme oranı sömürme oranlarından yüksek olan bütün insanlar halktır” diyor. Ne güzel tarif; bu büyük çoğunluğun programını, çözümlerini yaratmak gerekiyor.

Bunu yapmamak ise bu tabloyu yine “liberal anlatı”larla çözümlemek, o merkezlerin programlarına kapı açmak demek. Burada dikkatli olmak gerek.

LİBERAL PROGRAM MI?

Liberal kesim, Türkiye siyasetini uzunca bir süre “merkezdeki statükocu, vesayetçi güçler ve bunun karşısındaki çevrenin demokratikleştirici aktörleri” arasındaki zıtlık üzerinden okudu. Bunun sonucunda da AKP’den demokrasi, sivilleşme, barış beklediler, epey de destek verdiler. Sonuç ortada. Liberal siyaset okuması, liberal otoriterleşme teorileri çoktan çöktü.

Fakat liberal anlatının yarattığı yanılsama sadece bundan ibaret değil. Bir de evrensel boyutla buluşan yanı var. O da liberalizmin ekonomi ile siyaseti ayrı göstermekte ısrar eden yaklaşımında saklı. Sınıflarla siyaset arasındaki ilişkiyi gizleyen bu teoriler de aşınıyor şimdi. Tablo, ortaya saçılan iddialar, ekonomi ile siyasetin ayrılığının aksine, siyasal ve sınıfsal ilişkilerin iç içe geçmişliğini; siyasetin bizzat ekonominin, birikim sürecinin, kaynak, ihale, rant dağıtımının içinde yer tuttuğunu; ekonominin aktörlerininse bizzat siyasal güç ilişkileri içinde nüfuz ve korunma ağları oluşturma hedefi güttüğünü açığa vuruyor. Bu iç içelik, yöntemlere de yansıdı yıllarca. İlişkilerin ekonomi tarafındakiler, tekelleşmiş siyasetin kararlarıyla, kararnameleriyle, acele kamulaştırmalarıyla, ihale ve destekleriyle, zorlayıcı gücüyle, işçinin hak arayışını önleyişiyle büyümeyi kolluyor yıllardır. Otoriterleşmenin sınıf temeli hep burada saklıydı.

Kaldı ki liberal açıklamalar, bir yandan teorik çözümlemede ekonomiyle siyaseti kalın duvarlarla ayırırken, pratik çözümlerde de ekonominin kötüye gidişinin nedenlerini siyasetin müdahalesinde görüyor. Ucu üst kurullara, sermayenin doğrudan karar süreçlerine katıldığı, halkınsa dışlandığı modelleri güzellemeye varan bu yaklaşımlar, her nedense çok övülen bu diğer modelle Türkiye’de 2001’den sonra Cumhuriyet tarihinin en yüksek özelleştirmelerinin, “çökme”lerinin gerçekleştirildiğini es geçiyor. “Çökme”nin her türlü programına karşı olmak gerekiyor. Yanılsamalara, çabuk unutkanlıklara kapılmadan.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları