Üç ölüm

13 Mayıs 2022 Cuma

Ölümden korkmam, ama ölümü hiç sevmem:

Çünkü sevdiklerimin ölmesine çok üzülürüm.

Belki de on beş yaşındayken, idolüm olan dağcı ağabeyimi Demirkazık Tepesi’ne tırmanırken karanlık bir kaza sonucu kaybetmiş olmamın sonucu, kendimi bildim bileli ölümle iç içe yaşadım.

***

Yaşam döngüsü çok ama çok acımasız:

İnsanı, en çok sevdiği iki insanın, anne ve babasının ölümüne tanık olmaya mahkûm etmiş.

Elbette evlat acısı, anne baba acısından da beter bir işkence.

Ben bu acıyı yaşayan bir ailede büyüdüğüm için, “Ölüm” ve “Ölümlülük” bütün yaşamıma egemen oldu ve beni elimden geldiğince “yarın ölecekmiş gibi çalışmaya ve hiç ölmeyecekmiş gibi tutarlı ve ahlaklı olmaya” yöneltti.

“Şu ölümlü dünyada değer mi?” ifadesi beni kötülüklerden, tutarsızlıklardan, hırslardan korudu ve elimden geldiğince iyi bir insan olmaya yöneltti.

Tabii, aynı görüşün yani ölümlülük bilincinin, bütün kötülüklerin, yolsuzlukların, hırsızlıkların, haksızlıkların, hırsların, zulmün gerekçesi de yapıldığını çok biliyorum.

“Nasıl olsa hepimiz öleceğiz, ezebildiğim kadar ezeyim, çalabildiğim kadar çalayım, vurabildiğim kadar vurayım” anlayışı da “ölümlü dünya” anlayışına dayalıdır.

***

Türkiye’nin çok seçkin üç evladı arka arkaya öldü:

Önce Prof. Rona Aybay’ı kaybettik. 87 yaşında. Ağabeyimle aynı yaştaydı.

Sonra Ahmet Say bizi yalnız bıraktı. 87 yaşında.

En sonra da Sami Karaören aramızdan ayrıldı. 98 yaşında.

***

Belki de dört kişilik bir ailede büyüdüğüm için farklı zamanlarda da olsa, üçlü ölümler beni çok etkiler:

Sırasıyla ağabeyim Engin Kongar. 1956’da, 21 yaşında.

İki yıl sonra hemen hemen aynı günde babam İhsan Kongar. 1958’de, 57 yaşında.

En sonra da annem Mesude Kongar. 1974’te, 70 yaşında.

***

Beni yalnız bırakan çok yakın ve çok değerli üç arkadaşım:

Önce Prof. Erdal İnönü. 2007’de, 81 yaşında.

Üç yıl sonra Şakir Eczacıbaşı. 2010’da, 81 yaşında.

Birkaç ay sonra da İlhan Selçuk. 2010’da, 85 yaşında.

***

Dostum olan üç yazar:

Önce Aziz Nesin. 1995’te, 80 yaşında.

Sonra, Melih Cevdet Anday. 2002’de, 87 yaşında.

En sonra, Refik Erduran. 2017’de, 89 yaşında.

***

Art arda gelen son ölümler, beni yine yürekten sarstı:

Pek çok kitabı olan yakın dostum sevgili Rona Aybay, Bosna-Hersek İnsan Hakları Mahkemesi’nin kurulduğu 1996’dan kapandığı 2003’e kadar Avrupa Konseyi tarafından seçilmiş uluslararası yargıçlık görevi yaptı.

12 Eylül yönetimi tarafından 1402’lik olarak üniversiteden atılmış, buna karşı yürüttüğü davayı kazanarak benim gibi istifa edenler dahil, herkesin görevine geri dönmesini sağlamıştı.

Jürilerde birlikte çok çalıştık.

Son kitabımızla ilgili olarak yine birkaç gün önce hastaneden bilgi sormuş ve yardımını görmüştüm.

Ahmet Say, babamın arkadaşı öğretmen Fazıl Say’ın oğlu, ünlü sanatçı, besteci, icracı Fazıl Say’ın babasıydı.

Tanışıklığımız Ankara’ya Türkiye Yazıları Dergisi’ni çıkardığı günlere dayanıyordu.

Türkiye’nin Toplumsal Yapısı adlı kitabım yayımlandığında birkaç sayıyı, bu kitabımın eleştirisine ve benim yanıtlarıma ayırmıştı.

Ünlü Zafer Pasajı’nda Remzi İnanç’ın kitabevinde görüşür, tartışırdık.

Büyük eseri Müzik Ansiklopedisi hâlâ kütüphanemin baş köşesindedir.

Sami Karaören, benim “Kültür Üzerine” adlı kitabımı o zamanlar adı “Çağdaş Yayınları” olan Cumhuriyet Gazetesi’nin yayınevinde bastıran bir büyüğümdür.

Müthiş bir belleği vardı ve yemeklerde ezberinden okuduğu şiirlerle sohbeti renklendirirdi.

Tam bir kültür insanı, tam bir Atatürkçü ve öz Türkçe âşığı bir yazardı.

İlhan Selçuk’un çok yakın arkadaşıydı.

***

Yarın, Zülâl Kalkandelen ile birlikte yıllarca çalışarak yazdığımız DEVRİMİN VE KARŞI DEVRİMİN YÜZ YILI adlı kitabımızın Beşiktaş Beltaş Kitap Kafe’de saat 12’de söyleşi ve imza günü var.

Sevgili ve değerli okurlarımızı beklerim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları