Enver Aysever

İflas

25 Mart 2021 Perşembe

Gün gelir, geniş tahliller yaparak elde edecek sonuç kalmaz, somut hakikat görünür; bugün tüm dünya büyük bir krizle boğuşuyor, her ülke kendi ölçeğinde payına düşeni alıyor. Salgın, daha geç geleceği sanılan yıkımı öne çekti, bundan sonra hiçbir ilişki eskisi gibi olmayacak; toplum/birey için de geçerli bu. Salgın, çok zamandır beklenen kapitalizmin krizini açığa çıkarırken uygarlık üstüne yeniden düşünmemize de neden oldu.

Bilimin ticari olarak pazarda bulunması, sürecin en ürkütücü verisi. Bilimciler buldukları aşıları paketlediler, satışa çıkardılar; oysa insanlığın ortak değerlerinin bu biçimde piyasalaşması uygarlığa ihanettir. -Uygarlık her ne demekse elbette. Bu ayrı yazı konusu olacak- Varlıklı devletlerin yaptıkları yatırımın karşılığını en önce alması doğal gibi görünür ilk bakışta. Oysa bir toplumun geri kalmışlığı yeteneksizlik, güçsüzlük ile açıklanamaz. İcat sahibinin diğerini sömürmesi üzerine kurulu düzen, bugün küre ölçeğinde aynı vahşetle sürmektedir. Aşı kimindir? Bulanın mı, ticari olarak haklarına sahip olanın mı, tüm insanlığın mı? Tartışmanın zamanı geldi.

***

Çok değerli iki bilimcinin Almanya’da saygı görmesi, en üst düzeyde ödüllendirilmesi çok kişiyi duygulandırdı. Kuşkusuz insanlığa yapılan bu katkı önemlidir. Ancak iki bilimcinin sıfatlarından birinin Uğur Şahin CEO olması düşündürücüdür. Ömrünü insanlık için adayan bu kişiler, herhangi pazar baskısı olmaksızın ürettikleri aşıyı insanlığa armağan edebilmeliydiler. Hangi ırktan, devletten olursa olsun bilimci -tıpkı sanatçı gibi- piyasadan korunmalıdır. Ticari kaygı hepimizi az ya da çok kirletiyor. Bu iki saygın insanın başka bir dünya düşlediğinden kuşku duymam. Sorun da budur, neoliberal tezler insana yer bırakmıyor.

***

Geçen gün sarsıcı bir haber okudum, sıradan gibi duruyordu, oysa ciddi kaygı uyandıracak olaydı söz konusu olan. Yurdumuza sığınmış bir Suriyeli, kâğıt toplayarak yaşamını sürdürmeye çalışırken saldırıya uğruyor, dövüldükten sonra topladıklarının da üzerinden geçilerek öylece bırakılıyor. Bu olayın oradaki kişileri bağlayacağını söylemek mümkün müdür? Göçmen karşıtlığının, azılı milliyetçiliğin ne tür sonuç doğuracağının sarsıcı örneğidir bu. Dünya hepimizin eviyse eğer, burayı yaşanmaz hale getirenlerle mücadele etmek yerine, neden yoksula, güçsüze düşmanız?

Giderek yoksullaşan, yorgun insanımız yazık ki yakınındakini hedef alıyor. “Öteki” yaratan siyasal söylem, kışkırtılan şiddet, kapitalizmin kriziyle iyice derinleşiyor. Bencil insan, kendi paçasını kurtarmak için her şeyi göze alıyor. Yanında her kim varsa ekmeğine el uzatan rakip olarak görüyor. Rakip iyi niyetli sözcük elbette, gerçekte apaçık düşman sayıyor. Özellikle gençlerin, yaşadığımız sürecin de etkisiyle giderek daha bencilleştiğini görüyoruz. Toplumsal herhangi bir meselede yan yana gelmeyen insanlar, milliyetçilik/dincilik türü, kışkırtıcı duygularla kolayca saldırgan olabiliyor.

***

Bizim coğrafyamıza özgü ek sorunları da gözeterek söylüyorum ki büyük iflas yaşanmaktadır. Tamtakır olan kasa belki bir çözüme kavuşur zamanla. Ancak ilkel duyguların körüklenmesiyle ortaya çıkan tutum, o bencil, saldırgan dil birkaç kuşağı esir almışa benziyor. Kökü, tarihi olmayan kavram yoktur. Yaşadığımız sürecin de hem bizim açımızdan hem dünya ölçeğinde geçmişi var elbette. Geniş kesimlerin kolay etkilenmesi faşizmin dayanağıdır. Bayrak, kutsal kitap türü simgeler toplumları bir arada tutabileceği gibi, keskin kopuşun da vesilesi olur. Piyasa oyunun tek belirleyicisi olursa tüm bu simgeler de onun elinde biçim alır. Bir saatlik borsa molası varlığınızı ortadan kaldıracak hale gelir.

***

Günlük sorunlarla boğuşurken bir yandan da yakın geleceğe hazırlıklı olmak gerek. Görünen o ki derinleşen toplumsal kopuş, ardı ardına kriz getirecek. Krizlerin varlığı kimi siyasilerin işine yarar, ancak uzun vadede toplumu tüketir. Entelektüel ortamın sefaleti, üniversitelerin esaretiyle birlikte en büyük sorundur. Topluma yön verecek yaratıcı kimseler tecrit edilmiş halde. “Büyük cehalet uzlaşısı” geçici iktidarın en önemli silahı. Salt yeme içme gereksinimi için yaşayan yığınlardan “değer” yaratmasını, var olan insanlık değerlerini savunmasını beklemek hayalciliktir.

Trump sonrası dünyada kendine yer bulmak için “cin fikirler” üretmek ayrı düşkünlüktür. Üretmeyen, yaratmayan, düşünmeyen, insanlığa hiçbir katkısı olmayan toplumlar sadece pazar sayılır. O pazarda yer alan tüketicinin de sömürülmekten öte seçeneği kalmaz; önce emeği, ardından toprağı elinden kayar gider, esaret kaçınılmaz olur. Çoğu zaman esir düştüğünü bile fark etmez kişi, o da ayrı acıklıdır elbette.

***

Bu sürecin kolay sonlanmayacağını biliyoruz. İktidar bileşenleriyle birlikte geniş çıkar çevresini besliyor, uzun süreli iktidar olmanın getirdiği yük, ilişki ağı içinden çıkılması güç bir yapı halinde. Kim kimdir, bilmek güç. İşe nereden koyulacağına karar vermek ayrıca sorun. Doğrusu, devrim anlayışıyla yola koyulmak, bir çeşit seferberlik iradesiyle hareket etmektir.

Diyeceğim, eğer kökten değişim gereksinimi varsa bu, “iktidara gelince hallederiz” diyerek olmaz, muhalefetteyken gereken yapılmalıdır. İşte gördük İstanbul Sözleşmesi herkesi yerli yerine koydu!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İflas 25 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları