Atatürk fenomeni...

21 Eylül 2020 Pazartesi

Fenomen; olagandışı, akıl erdirilmesi güç, ulaşılması zor, karmaşık yapılar, olaylar, kişilikler.

Atatürk fenomeni” onun içindir ki hâlâ tartışılır, anlaşılmaya çalışılır, tanımlanması kolay değildir.

Oysa Atatürk, kendisini çok açık anlatmıştır:

Benim karakterim bağımsızlıktır.

Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.

Ehveni şer, şerlerin en kötüsüdür.

Öğretmenler; sizler fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştiriniz.

Ey Türk Gençliği,

Birinci vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.”

Ordular;

İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri.

Atatürk budur, bunlardır, fazlasıdır, hep ileride olandır, asla yenilgiyi kabul etmeyendir.

Neyi tartışıyorsunuz?

Gazi Mustafa Kemal kurtarıcıdır da Atatürk kurucu olarak daha mı geridedir?

Gazi Mustafa Kemal’e “evet” de,

Atatürk’e “Ama canım, çok da acele etmiş” mi?

Evet, Atatürk acele etmiş. İyi ki acele etmiş. Kendisinden sonra kendi yaptıklarının yapılmasının nasıl zorlaşacağını bilmiş de acele etmiş.

Atatürk dil devrimini yapmış, Latin harfleri devrimini yapmış, takvimi, saati uygar dünya ile birleştirmiş, yaptığı devrimleri kurumlaştırmış.

Türk Dil Kurumu’nu, Türk Tarih Kurumu’nu kurmuş.

Kıyafet devrimi yapmış, fes, külah, sarık yerine şapkayı koymuş.

Atatürk iyi ki acele etmiş. Sağlığında bütün bunları yapmış.

Sonrasında sizler bir Köy Enstitülerini bile koruyamadınız.

Kuran’ı Türk diline çevirtti. Şimdi bugünün yobazları bunu bile günah ilan etmeye çalışıyor.

Siz neyi tartışıyorsunuz?

Atatürk bugün de bu ülkenin uygarlık sembolüdür.

Onun kaybı bu ülkenin travmasıdır.

Onun kaybı bu ülkenin travmasıdır...

Atatürk’ün kaybı, bu ülkenin gerçek bir travması oldu.

Ülke kaybettiği Ata’sına, kurtarıcısına, kurucusuna, onu yenik bir ülkenin enkazından “muzaffer yeni devlet”ine kavuşturan eşsiz liderine ağladı.

10 Kasım 1938 günü ben Kandıra’da ilkokul öğrencisiydim (doğum tarihim 1930).

O gün bütün öğretmenler hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Babam okulun başöğretmeniydi. Ağlamıyordu ama çok üzgündü.

Düşünceliydi.

O gün Atatürk’ü içime yerleştirdiğimi yıllar sonra anladım.

Yıllar sonra ölümsüzlüğün ne olduğunu anladım.

Yaşadığım yıllar bana pek çok ölünün soluk alıp verdiğini ama gerçekte yaşamadıklarını gösterdi. Pek çok ölü, soluk alıp veriyor, yürüyüp geziyor ama yaşamıyorlardı.

Oysa, yüzlerce yıl yaşayanlar vardı: Jean- Jack Rousseau yaşıyordu, Montaigne yaşıyordu. Shakespeare yaşıyordu.

Dostoyevski yaşıyordu.

Binlerce yıl yaşayanlar vardı: Sokrates yaşıyordu, Epiktetos yaşıyordu, Demokrit yaşıyordu.

Ölümün ve ölümsüzlüğün ne olduğunu yıllar boyunca öğrendim.

Atatürk, daha da ötesine geçmişti, milyonlarca insanın içinde yaşıyordu.

İşte bu, ölümsüzlüğün mucizesidir.

Biz, Atatürk’ü travmadan ölümsüzlüğe taşıyarak hem onu yaşattık hem de kendimizi var ettik.

Bizim var oluşumuza anlam verişimiz, insancıl bir sevgiyle barışçıl bir uygarlığın yolcusu olmamız Atatürk mucizesiyle olmuştur.

Ölümsüzlüğün travması kimlerin?

İşte, Atatürk karşıtları da bu ölümsüzlüğün travmasını yaşıyor.

Kızıyorlar, köpürüyorlar, ağızlarına geleni söylüyorlar ama efendileri gene gidip istemese de Anıtkabir’e çelenk koyup bir şeyler yazıyor.

Milleti ümmete çevirme peşindekiler ne yapsalar istediklerinin olamadığını görüp öfkeleniyorlar.

Laik Atatürk Cumhuriyeti’ni bir İslam Devleti’ne çevirme çabaları olmuyor, olamıyor.

Atatürk’ün ölümsüzlüğü dinci çevrelerin travmasıdır.

Neden yenemediklerini anlamadıkları için de mayalanmış kinleriyle saldırıp duruyorlar.

Ama tarihin takvimi onlara değil, Atatürk yolunun uygarlarına çalışıyor.

Türkiye bir Ortadoğu ülkesi olmayacak.

İhvancı İslam siyaseti ile girdikleri çıkmazın yalnızlığında daha bir süre yalpalayacaklar.

Ama ne yapsalar kazanan onlar olmayacak.

Atatürk, yattığı yerden onları bir kez daha yenecek.

Bizler içimizdeki Atatürk’le kazanacağız.

Budur... 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Özeleştiri?... 8 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları