İnsan yaşamını savunmak...

10 Ağustos 2020 Pazartesi

Japon aile hekimleri, ailede kimse hasta olmadığı sürece ücret alırlarmış. Bir kişi hasta olursa hekimlere ödenen ücret kesilir, hekimler de hastayı bir an önce iyileştirmek için çalışırlarmış.

Hastalığa değil, sağlığa ücret ödeme sistemi anlamlıdır.

Sağlık hizmetlerinin temeli, “koruyucu sağlık hizmetleridir”.

Bugünün hastayı müşteri sayan, “hasta garantili şehir hastaneleri” sisteminin bakış açısı “insanın sağlıklı olması” anlayışı yerine “hastalan, hastaneye git” diyen kapitalist sistemin ürünüdür.

Koruyucu sağlık hizmeti” anlayışını önceleyen Prof. Dr. Nusret Fişek’tir. Nusret Fişek, Hacettepe’de kurduğu “Toplum Sağlığı” bölümü ile yeni bir çığır açmıştır.

O bölümün yetiştirdiği Uğur Cilasun’lar, Nevzat Eren’ler, Rahmi Dirican’lar bu anlayışın toplumcu temsilcileri olmuşlardır.

(Yakında fiziksel varlığı aramızdan ayrılan dostum Uğur Cilasun’la ilgili yazımda soyadını bir bellek kalıbı olarak yanlış yazdığım için düzeltiyor, özür diliyorum.)

Bugün, koruyucu sağlık hizmetleri bütünüyle unutulmuş durumdadır.

Oysa, başta beslenme olmak üzere, yaşamın bütün alanları, barınma, ısınma, çalışma, dinlenme, ulaşım gibi her şey sağlıkla ilgilidir.

Doların 7 liranın üstüne çıkması bile bir halk sağlığı sorunudur.

Hele de Covid-19 salgını içinde insan sağlığını hiçe sayıp ekonominin çıkarlarını gözeten yönetim anlayışı açıkça suç işlemektedir.

Virüs salgını bitmiş gibi turizmi zarardan kurtarmak için tatil yörelerini açmak, AVM’ler işlerini görsün diye insanları kapalı alanlara yollamak insan hayatını hiçe saymaktır.

Açıkça, ekonomik çıkarlar uğruna insan sağlığı tehlikeye atılmıştır.

Artan hasta sayılarını bütün yükü de salgınla boğuşan hekimlerin ve sağlık çalışanlarının sırtına yüklenmiştir.

Siyasal iktidar, insan sağlığını tehlikeye atma suçunu işlemektedir.

Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın bunları bildiğini ama Saray iktidarı karşısında çaresiz kaldığını düşünüyorum.

Bu ülke bir zamanlar hastalıklarla savaşı her yerde ve her yönde nasıl yürütmüştü?

Verem savaşı - sıtma savaşı - trahom savaşı

Atatürk Cumhuriyeti dönemi, bütün hastalıklarla savaş dönemidir.

Dr. Refik Saydam, Milli Mücadele döneminde Atatürk’ün yanındadır ve sorumluluk almıştır.

Sağlıkla ilgili plan, yaygın hastalıklarla özel savaş birimleri olarak yürütülmüştür.

Yaygın hastalıklar olan, verem, sıtma gibi hastalıklar için özel merkezler kurulmuş, vatandaşa ücretsiz bakım ve ilaç sağlanmıştır. Köylere kadar giden ekipler bu arada frengi gibi, trahom gibi hastalıkları da iyileştirme programına almışlardır.

Bu dönemde aşılar geliştirilmiş, Ankara’da kurulan Hıfzıssıhha (Sağlığı Koruma) Enstitüsü hastalıkların tanısı için, koruyucu aşılar için çalışmalarını sürdürmüştür.

Bu merkeze Dr. Refik Saydam adı verilmesi çok anlamlıdır.

Yaygın bulaşıcı hastalıklar olan tifo, paratifo, dizanteri için temiz su kaynakları olağanüstü önemlidir.

Tifüs hastalığının önlenmesinde bitlerle savaşım yaşamsaldır.

Sıtma savaşı bataklıkların kurutulup sivrisineklerin ortadan kaldırılması ile bağlantılıdır.

Atatürk Cumhuriyeti bu savaşları kazanmıştır.

Prof. Dr. Nusret Fişek, bu sağlık savaşımını “sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi” ile yeni bir aşamaya taşımıştır. Bu aşama, halkın içinde hizmet veren “Sağlık Ocağı” sistemidir. Bu ocakta bir hekim, bir hemşire-ebe, bir sağlık memuru her türlü sağlık hizmetini vermektedir.

Uygulama doğudan başlatılmış, son derece olumlu sonuçlar alınmıştır.

Benim de gezip Cumhuriyet gazetemizde bir dizi yaptığım bu hizmetin geliştirilmemesi büyük bir kayıptır.

Kapitalizme teslim edilen ülkem...

İşte, o günlerden bugünlere gelindi.

1950’lerden başlayan Demokrat Parti iktidarı ile kapitalizme teslim edilen ülkem, bugün AKP iktidarında; hasta yerine müşteri-market anlayışında hastane ile ilaç endüstrisine hizmet veren bir zincire çevrildi.

Emperyalist kapitalizm, ülkemi sağ siyasal iktidarlar eliyle teslim aldı.

Bugün, Covid-19 salgınında “maskeni tak-mesafeni koru” diyerek her yeri açan, ekonomik zararı önlemeyi öne alıp insan hayatını hiçe sayan siyasal iktidar suç işlemektedir.

Mart başından bugüne kadar 26 tıp doktoru, 52 sağlıkçı hayatlarını bu hastalıktan kaybetmiştir.

Bu meslektaşlarımız “görev şehididir”.

Türk Tabipleri Birliği, tabip odalarıyla, merkez konseyi ile gerçekleri açıklamak için mücadele etmektedir.

Önümüzdeki pazar günü, 16 Ağustos 2020 günü İstanbul Tabip Odası’nın seçimi var.

Gideceğim ve gerçeklerin halka ulaşması için oyumu vereceğim.

Bilim ve gerçekler elbette her zaman haklı çıkacaktır...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Istakozun intikamı! 22 Nisan 2024
Özeleştiri?... 8 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları