Bir Anadolu fidanı: Ümit Kaftancıoğlu

16 Nisan 2022 Cumartesi

Tam kırk iki yıl geçmiş aradan. Dile kolay. Her günün acıyla, özlemle, düşle harmanlanarak geçtiği kırk iki yıl. Behçet Necatigil’in, bize “bir gün gelir yalan olur / bu yerlerden geçtiğimiz” dedirten, anıları tekrar tekrar yaşatan kırk iki yıl. Geride ise tek bir somut gerçeklik kaldı: Ümit Kaftancıoğlu’nun mezar taşı... 

***

Ümit Doğanay, Bedri Karafakıoğlu, Cavit Orhan Tütengil, Bedrettin Cömert, Akın Özdemir, Cevat Yurdakul, Sevinç Özgüner, Doğan Öz, Abdi İpekçi... Liste uzar, gider. Binlerce kişinin katıldığı cenaze törenlerinde yakalara isyan sözcüğü asılı kalır. Gözyaşları dinmez. Yıllar sonra genç kuşağa sorarsınız: “Öldürülen aydınlarımız kimdi?” Yanıt alamazsınız. Çünkü sistemli bir bellek yitimi yaşanmıştır bu topraklarda. Cömert’in çalıştığı “estetik kuramı”nın sanatın her alanında daraltıldığı, Tütengil’in bir sosyolog olarak incelediği köy sorunlarının ötelenip ekimin azaltıldığı, buna karşın açlığın arttığı, Özdemir’in kooperatifler birliğinin çuvallatıldığı, Doğanay’dan sonra hukukun arapsaçına döndürüldüğü günleri yaşadık. Onların yalnızca bedenleri değil, ülkemiz adına tasarladığı gelecek düşünceleri de katledildi.  

***

Öyle ki, karanlık güçlerin yaşamına son verdiği Ümit Kaftancıoğlu’nun ailesi, 12 Eylül’den hemen sonra onun kaleme aldığı yapıtları basacak yayınevi bulamayacak, birkaç kuşak eserlerinden mahrum kalacaktı. Süreçte memlekette edebiyata dair bakış açısı da değişecek, “köy romancılığı” küçümsenecek, Kaftancıoğlu da bu alanda eserler verdiği için dudak bükülecekti. Oysa Kaftancıoğlu, Anadolu’nun sistemli bir biçimde çölleştirilmesinin karşısındaki dirençti. Köyün olanaksızlıklarla dolu koşullarında bile okumayı başaran bir fidandı. Anadolu’nun ta kendisiydi. Yaşamöyküsünü de “İlkokula 1942 yılında başladım. İlkokulda giyecek giyimim yoktu. Diz boyu, adam boyu karı yalınayak çiğnedim. Üstelik karnım da açtı” diye kaleme alıyordu.

***

Kaftancıoğlu’nun ilk öykü kitabı “Dönemeç”e adını veren öyküde, Ümit Kaftancıoğlu gibi dört köy çocuğunun okumak için köylerinden kalkıp Cilavuz’a gidiş macerası anlatılır. Yolculuk boyunca çocukların karşısına gerçeklikle iç içe geçmiş masal kahramanları gibi hikâye kişileri çıkar: Atlılar, “Dönemeç”in başkahramanı Garip’i Ur’un Bey’i sanıp kamçılar. Kısırdağlar’da ot yığınlarının altında sabahladıklarında rastladıkları ihtiyar, onları ısıtır, doyurur, giydirir. Böylece Anadolu insanı iyisiyle, kötüsüyle vücut bulur. Kaftancıoğlu, tıpkı Jack London’ın “Vahşetin Çağrısı” ve “Beyaz Diş” romanlarında olduğu gibi, doğa ve insan savaşımını anlatır. 

***

Özyaşamından esinlenerek kaleme aldığı “Yelalan” romanında, yine Kars ve Ardahan girer edebiyatın sınırlarının içine. Gıdaşır ailesinin hayatta kalma serüveni ele alınırken köyün toplumsal yaşamından izler sunulur. En sonunda roman kişisi Gıdaşır, Lal Hüseyin’e karşı savaşımını yitirir. Lal Hüseyin, Fakir Baykurt’un “Yılanların Öcü”ndeki Irazca gibi düzenin koruyucusu olarak çıkar karşımıza.

***

Ümit Kaftancıoğlu’nun bir başka özelliği bölge ağzını, yerel dili bir derlemeci olarak kullanmasıdır. “Yelalan” romanının sonuna bir de sözlük koymuş, kendi yöresine dair sözcük çalışması yapmıştır. Yalnızca yazınımızda değil pek çok alanda çalışmalarını sürdüren Anadolu aydınlanmacısıdır. “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” türküsünün derlemecisidir. 

***

Yaşamının son döneminde, TRT’de “Dilden Dile” ve “Yurdun Dört Bucağı” radyo programlarında kendi deyişiyle gerçeğe ayna tutmaya çalışan Kaftancıoğlu, Ümit Doğanay’ın cenazesinde saldırıya uğrar. Şişli Camisi’nin avlusunda yerlerde sürüklenir. Dipçikle kaburga kemikleri kırılır. 11 Nisan günü kızını okula götürmek isterken on sekiz ile yirmi yaşlarındaki iki tetikçinin yaylım ateşine tutulur. Kızı, tesadüfen kurtulur. Bir söyleşisinde, “Yazdıklarımızın, kişi ve toplum, sınıflar, uluslar, çağ üstünde bir etkisi yoksa, bir değişiklik yapmayacaksa neden boşuna yorulalım? Elbette bir değişimi amaçlıyoruz” diyordu. Tek bir suçu vardı: İnsanları, halkını sevmek, Anadolu’yu sevmek, güzel bir dünya için yazmak...

***

Öldürüldüğünde tam kırk beş yaşındaydı. Geriye kocaman gülüşlü siyah beyaz fotoğrafı, eşinin küçük yaşta babasız kalan evlatlarını okutmak için verdiği mücadele, her şeye rağmen ülkesini çok seven çocuklarının sevecen bakışları kaldı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yoksulların savaşı 6 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları