Rüyalarda buluşuruz!

07 Ocak 2023 Cumartesi

Isabel Allende, sinemaya da uyarlanan ünlü romanı “Ruhlar Evi”nde, bir ailenin penceresinden Pinochet darbesi öncesinde ve sonrasında yaşananları anlatır. Doğaüstü olaylara sahip Clara, geleceği görmekte ancak kötü olayların tıpkı mitolojideki Kassandra gibi önüne geçememektedir. Acı ve öldürümlerle dolu fotoğraftan ailesini çıkartamamaktadır. Yıllar sonra Allende, kendisiyle yapılan söyleşide, “Ruhlar Evi”ndeki Clara’yı büyükannesinden esinlenerek yazdığını söyler. Büyükannesi öldüğünde küçük bir çocuktur. Onca yıl sonra büyükanne hâlâ Allende’nin rüyalarına girmekte, yazdıklarına ilham olmaktadır. Üstelik rüyalarında büyükannesi genceciktir. Çoğunlukla resim arkasına ya da deftere yazı yazmaktadır. Sanki ona bir şeyler söylemek, bir şeyler anlatmak ister gibi. Böylece yazar kendi rüyalarıyla büyükannesinin hayatını birleştirir. Eşitlik ve hak dolu bir dünya tasarımıyla birleşen bir hayalden akmakta, toplumsal düzeni allak bullak eden darbelere karşı insanlık çağrısı yapmakta, iktidarların sömürüsüne itirazını yükseltmektedir.

*

Rüyalar, gerçeğin bazen de gerçeğin dışında kalan her şeyin belli aralıklarla yoğunlaşması sonucunda hayatımıza dahil olur. Bir anda gördüklerimizin öznesine dönüşürüz. Bir bakmışsınız, yabanıl bir ormanda kartalın pençesinde havalanmış, ardından ışıl ışıl bir denize düşmüşsünüz! Çiçek dolu bir bahçeden kaçıp büyük kayalıkların ardında sıkışmışsınız! Gördüklerimiz, zihnimizin bize sunduğu küçük oyunlar değildir. Ta kendimiz vardır orada. 

*

Ne var ki son zamanlarda sıradanlaşan bir cümlenin izini sürüyoruz: “Bir kâbusun içindeyiz. Uyanamıyoruz.” Gerçeklik o kadar baskın çıkıyor ki bitmeyen bir acı dalgasını her defasında yeniden yaşıyoruz. Takvimde ocak ayı yitirdiğimiz onca aydın cinayetiyle işaretli: Metin Göktepe, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy... Bir açık hava mezarlığı gibi canım ülkem. Faili meçhul cinayetler fırtınası başlarsa kolay dinmeyeceğini deneyimlerimizden iyi biliyoruz. Geçen günlerde işlenen Sinan Ateş cinayetini ve sonrasındaki iddiaları düşününce Uğur Mumcu’nun, “İnsanlar öldürülürken susulmaz, susan da bu suça ortak olur” sözü geliyor aklıma. O yetmiyor, gazetemiz Cumhuriyet’te Murat Ağırel’in hazırladığı kanser hastalarına verilen fason ilaç dosyasını okuyup kendimizden geçiyoruz. Arkasından bir haber daha gözümüze ilişiyor. Sonra bir haber daha... Nefessiz kalıyoruz. 

*

Macit Gökberk, Tahsin Yücel ve Bedia Akarsu’nun ortak hazırladığı, “Macit Gökberk” kitabında kendisine sorulan bir soru üzerine, “Şairler filozoftur aynı zamanda...” diyor. Şu yaşadığımız günlere bakınca Ali Cengizkan’ın “Taş Da Çürür” şiiri tam da Gökberk’in düşüncesiyle birleşmiyor mu? “Böyle dedi kaya mezarını temizleyen Rüstem Usta/ Taş da çürür. / İncir kokuşlu dar sokakları aştınsa, görmüşsündür/ Kıyıda küçük bir çocuk taş atıyor suya/ Taş da çürür. (...) Kumsalda, çam tahtasını astarlıyor sandalcı baba/ Çocuk büyümüş, yüzmeyi biliyor, denizle oynamasını da/ Yüreğim çürümez, gözyaşları işlemez, kurşunlarınız da/ Taş çürüsün.” 

*

Rüyalar bireysel gibi görünse de en geniş halkası toplumsaldır. Savaş, sosyal ortam, bunaltı, salgın, hemen her şey dahildir gördüklerimize. Nitekim Adorno da “Rüya Kayıtları”nda, ham haliyle rüyalarını aktarır bize. Her biri toplumsal sıkışmışlığın en ağır yansımasıdır. Onun için belki de “rüyaları ölüm kadar siyahtır”.

*

Biz ise artık kâbustan uyanmak, toplumsal olarak dikensiz bir yoldan umutla geleceğe doğru koşmak istiyoruz. Eşitlik, özgürlük, hak, adalet taleplerimizi rüyalarda bile görmeyi unuttuk. En azından rüyalarda buluşmayı özlüyoruz!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları