ABD: Resmin parçaları yerlerine oturuyor

26 Mayıs 2022 Perşembe

Son yazımda faşizm sürecinin, “özgün bir ideoloji, bir toplumsal hareket, lider, parti ve terörist eylemler üzerinden” ilerlediğini anımsatmış, “ABD’de Yüksek Mahkeme’deki karar taslağının ve Buffalo katliamının ‘evreni’ tüm bu unsurları içeriyor” demiştim. “Süreç olarak faşizm”in diğer parçaları kısaca şöyle özetlenebilir: Egemen kriz yönetim modelinin kuralları (ekonomik ve kültürel) içinde aşılamayan bir yapısal kriz; egemen sermayenin kimi temsilcilerinin faşist harekete ilgi duymaya başlaması. Devletin yasama, yargı ve yürütme organlarının faşist parti ve hareketin eline geçmeye başlaması.

ABD’de faşist hareket Yüksek Mahkeme’yi ele geçirmiş görünüyor. Bu yıl yapılacak ara dönem seçimlerinde, federal düzeyde Temsilciler Meclisi’nin, Senato’nun, bölgesel düzeyde birçok eyaletin yönetiminin ve yerel yönetimin kontrolünün faşist hareketin temsilcilerinin eline geçme olasılığı hızla artıyor.

‘YAPISAL KRİZ’ VE TERCİHLER

Sermaye sınıfına bakınca “yapısal krizin”, neoliberal küreselleşme olarak tanımlanan “yönetim modeline” ilişkin genel bir eğilim dikkat çekiyor. Bu yıl Davos toplantısının gündemini oluşturması beklenen bu eğilim, neoliberal küreselleşmenin çözülmesinin hızlandığının, artık restore edilemeyeceğinin kabulüne ilişkindir.

Küreselleşmenin çözülmesinin arkasında, ülkeler düzeyinde, küreselleşme döneminin özelliği serbest ticarete karşı yükselen siyasi tepkiler var. Serbest ticaret döneminde, her “1 dolar verimlilik artışına karşılık 50 dolar” zenginlere gitmiş (D. Rodrik’ten aktaran, R. Faroohar, Financial Times, 22/05). Tepkiler haksız değil.

Küresel düzeyde, sermayenin (mallar ve finans) serbestçe dolaşımının üzerinde yeni ekonomik-siyasi güç merkezleri yükseldi. Bu merkezler, egemen sermayenin koyduğu kuralları artık kabul etmek istemiyorlar. Böylece jeopolitik dengeler bozuluyor, çelişkiler sertleşiyor.

Bu ikili eğilimin üzerine gelen pandemi, hemen arkasından Ukrayna savaşı, uluslararası serbest ticaret ağlarını kırarak, gıda ve enerji tedarikini aksatarak yapısal krizi daha da derinleştirdi. Küresel ısınmanın daha çok gelişmekte olan ülkeleri vuran kuraklık, aşırı sıcaklar ve açlık dalgalarının etkilerinin derinleşmesi hızlandı.

Bu iki eğilimin birleştiği yerde, yerinden yurdundan edilmiş 100 milyon göçmen ve bunların sığındıkları yerlerde, kaynaklar daralmaya devam ederken sertleşen ekonomik kültürel çelişkiler var.

Ancak “yapısal krizin” toplumsal sonuçlarını hafifletecek, kapitalist toplumları ekonomik ve siyasi olarak yeniden stabilize edebilecek yeni bir kriz yönetim modeli ortada yok. Eski modeli restore etmek de olanaksız.

Bu koşullarda, ABD’de egemen sermayenin önemli bir kesimini oluşturan yüksek teknoloji sektörünün Alman asıllı Thiel gibi kimi liderlerinin, bugünün kapitalizminde “demokrasiyle özgürlüklerin uzlaşamadığını” ileri sürmeye, 1920’lerden bu yana yaşanan, sosyal devlet, kadınlara oy hakkı, 1960’larda kazanılan eşit haklar gibi gelişmelerden yakınmaya başladıkları (Aktaran Krugman, New York Times) görülüyor. “Yapısal krizi”, küresel ısınmanın yükünü halkın sırtına yıkarak sömürüyü, baskıyı artırarak, hakları ve özgürlükleri kısıtlayarak yönetme arzusu güçleniyor. 

Egemen sermayenin, Ellison (Oracle), Bezos (Amazon), Musk (Tesla, Space X), Zückerbeck (Meta), Thiel (PayPal, Palantir) gibi düne kadar “liberal” eğilimli plütokratları Demokrat Parti’ye karşı tutum almaya başlıyor, Cumhuriyetçi Parti’nin, Müslüman, LGBTİ+, kürtaj, göçmen, Yahudi, düşmanlığı konularında Trump’tan çok daha radikal adaylarına milyonlarca dolar kaynak aktarıyorlar. Trump’ın harekete geçirdiği “canavar” artık Trump’ın denetiminde çıkıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları