Çok ‘yararlı’ bir felaket

09 Eylül 2021 Perşembe

New York’un merkezinde 11 Eylül 2001’de “İkiz Kuleler”i yıkan, üç binden fazla insanın ölümüne yol açan saldırının 20. yıldönümünde “olay”ın artık tarih olduğunu, komplo teorileri alanına giren boyutlarının anlamsızlaştığını söyleyebiliriz.  

BU KEZ FARKLI

Bu kez, çok daha anlam yüklü bir yıldönümü var karşımızda. Birincisi, o felaketin 10. yıldönümünde, ekonomik-siyasi coğrafyanın en yeğin çizgilerini finansal kriz ve “Meydan İsyanları” hareketleri oluşturuyordu. İkincisi, uluslararası jeopolitiğin büyük güçler arası “dengeleme dönemi” içinde Çin, henüz “Kuşak ve Yol” projesini, yeni bir hegemonya sürecine girdiğini açıklamamıştı. Üçüncüsü, Afganistan’da, ABD’nin ve NATO’nun çıkacağına Taliban’ın geri geleceğine ilişkin bir işaret yoktu.

11 Eylül’ün 20. yıldönümünden az önce ABD, Afganistan’dan, yönetimi Taliban’a bırakarak çıktı. Çin, hegemonya inşa sürecini salt “Kuşak ve Yol” projesi üzerinden ilerletmiyor; gündeminde yeni bir sermaye birikim rejimi inşası ve bilimsel-teknolojik gelişmelerde dünya lideri olma iddiası var. Küresel pandemi dalgası içinde Çin’in biyopolitik ve disiplin rejimlerinin salgını kontrol altına almakta çok etkili olduğu görülüyor. 

Belki de tam bu nedenlerden Prof. Stephen M. Walt, Foreign Policy dergisinde, “9/11 Bir asır sonra nasıl betimlenecek” diye soruyor ve ekliyordu: “Bu, daha çok kimin betimlediğine bağlı olacak.” Ben, 11 Eylül’ün, ABD dış politikasındaki bir tıkanmanın kilidini açan “yararlı bir felaket” olarak betimlenebileceğini, gelecek 100 yılın da bu tanımı eskitemeyeceğini düşünüyorum.

İKİ YAKLAŞIM, BİR KİLİT

9/11 konuşmak için 1990’lı yılların son çeyreğine Clinton dönemine gitmek gerekiyor. O yıllarda ABD dış politika çevrelerinde iki yaklaşım vardı. Birincisi, ABD hegemonyasının restore edilebileceğine inanıyordu. İkincisi, ekonomik ve siyasi olarak yeni güçlerin yükselmeye başladığını, hegemonya restorasyonunun artık gerçekleştirilemeyeceğini, buna karşılık ABD’nin ordusunun hâlâ rakipsiz olduğuna dikkat çekiyor; rıza alma, işbirliği çabalarını ikinci plana atıyor, askeri güce ve dayatmaya dayalı bir imparatorluk projesi öneriyor, ABD’nin artık bir imparatorluk haline geldiğini, halkın da bu durumu kabullenmesi gerektiğini savunuyordu. 

1998 yılında üç kritik gelişme, ikinci kesimin etkili olmaya başladığını gösterdi. Lewinski skandalı, 1. yaklaşımı temsil eden Clinton yönetimini sarstı. Kosova Savaşı, “ABD ordusunu özellikle de hava kuvvetlerini kullanarak sonuç alınabileceğine” ilişkin savları güçlendirdi. “Büyük Ortadoğu bölgesi” ilk kez, ABD Ulusal Güvenlik Belgesi’nde özgün bir coğrafya olarak tanımlandı. İkinci eğilimi temsil edenlerin 1997 yılının 2. yarısında kurduğu Project for New American Centurty (PNAC), Irak ve İran’ı hedef göstererek imparatorluk projesi için lobi yapmaya başladı; projenin mantığını, dış politikada radikal bir değişikliğin haritasını betimleyen bir rapor da 1999 yılında başkanlık seçimlerinden önce hazırdı. 11 Eylül’ün hemen arkasından açıklanan QDR2001 (4 Yıllık Savunma Gözden Geçirme) Clinton’un ikinci döneminde, Kosova Savaşı’nın ve bu tartışmaların etkisi altında şekillendi.

Tartışmalı biçimde sonuçlanan başkanlık seçimleri, ikinci eğilimin projesinin benimsenmekte olduğunu gösteriyordu. Ancak PNAC raporu, dış politikada önerilen radikal değişikliği ABD halkının ve ABD müttefiklerinin benimseyeceğinden emin değildi; uygulamaya koyabilmek için “sarsıcı” bir olayı beklemeyi öneriyordu. Diğer bir deyişle ABD dış politika tartışması, taraflardan biri ağır basmakla birlikte kilitlenmişti. 

11 Eylül saldırısı, yarattığı felaket ve toplumsal travma, o kilidi açtı. Ancak açılan kapıdan geçerek imparatorluk projesi inşa etmeye koyulanlar, bir milyondan fazla insanın ölümüne, projeyi finanse ederken yeni bir mali krizin oluşmasına katkıda bulunduktan sonra, amaçlarının olanaksızlığını kanıtlamanın ötesine geçemediler. 

Obama başkan seçildiğinde, ABD’nin ekonomik, siyasi ve kültürel kapasiteleri daha da zayıflamıştı. İmparatorluk projesi de yerini, “göreve başlama” merasimindeki, görkemli imparatorluk taklidi gösterisine bırakmıştı. ABD hegemonyasının restorasyonu ise artık tam anlamıyla bir hayaldi. Geriye kalan da tarih...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları