Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
En Yeni (Şimdilik) Dünya Düzeni
Gürcistan, Güney Osetya’ya saldırdı, Rusya Gürcistan’a girdi, yine “her şey değişti”, yine “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”. “Soğuk savaş sonrasının sonuna geldik”, “ ‘Tarihin sonu’nun sonu”... Daha önce iki kez yeni “dünya düzeni” başlamıştı. Birincisi, 1991’de, I. Körfez Savaşı’nın ardından, İkincisi, 11 Eylül 2001’de “terorizme karşı küresel savaş” ile. Bu da üçüncüsü…
‘Düzen’ ve ‘istikrarsızlık’
Bu “düzen” sözcüğü, galiba, aslında yaşanacak istikrarsızlığın düzenine ilişkin. Her “YDD” yeni, farklı özellikler taşıyan bir istikrarsızlık döneminin başlamakta olduğunu haber veriyor.
Bu “yeni dünya düzenini” açıklamaya yönelik, şimdilik, üç yaklaşım söz konusu. Halen en çok ilgi çeken yaklaşıma göre bir “Yeni soğuk savaş” (ABD ve Rusya rekabetine dayalı uluslararası bir kamplaşma) başlıyor. Benim de benimsediğim ikinci yaklaşıma göre, ABD’nin tek kutuplu dünya projesi çöktü. Ancak, Rusya’nın dünya ekonomisiyle ilişkilerinin yüksek düzeyi, Çin gibi büyük güçlerin varlığı, ABD ve Avrupa arasındaki çıkar farklılıkları, AB içindeki çatlaklar, küresel çapta, iki kutuplu bir bloklaşmaya açık değil. Gelişmeler, daha çok, 19. yüzyılın sonundaki güçler dengesi, emperyalist paylaşım savaşları ortamını anımsatıyor. Üçüncü yaklaşıma göre bugün artık önem kazanan “bölgesel politik dengeler”. “Çin ve Hindistan’ın yükselişi, Irak işgalinin karşılaştığı zorlukların gösterdiği gibi”, diyor bu yaklaşım, sorunları çözebilmek için bölgesel düşünmek, bölgesel oyuncuların (Avrupa’da Rusya ve AB, Ortadoğu’da İran ve zengin Arap devletleri, Asya’da Çin, Latin Amerika’da Brezilya ve Venezüella) çıkarlarını gözetmek gerekiyor (The Independent, 28/08/08).
Küreselleşme sürecinin yaşadığı ekonomik (kredi krizi) kurumsal (Dünya Ticaret Örgütü) ve ideolojik (devlet müdahalesinin geri gelmesi) sorunlar da bu üçüncü yaklaşımı destekler nitelikte. Aslında, sanırım bu yaklaşımların üçü de belli ölçülerde açıklayıcı.
‘Glocal’
Uluslararası şirketlerin pazarlama stratejilerini yerel koşullara uydurma çabasını betimleyen “glocal” (hem küresel hem yerel) kavramı, Gürcistan’da başlayan krizi düşünürken de bize yardımcı olabilir.
Global boyutu ya da en geniş bağlamı, kapitalist uygarlığın yaşamakta olduğu kriz sağlıyor. Krizin bir bileşeni, hidrokarbon kaynaklarının tükenmeye başladığına ilişkin gittikçe artan veriler. İkinci bileşeni egemen sermaye birikim modelinin yaşamakta olduğu mali kriz. Üçüncü bileşeni de, hegemonyacı gücün düzen sağlama ve liderlik kapasitesinin zayıflamaya devam etmesi oluşturuyor.
Bu koşullarda, ABD’nin dış politika “nomenklaturasında”, enerji kaynaklarının ve yollarının denetiminin acilen ele geçirilmesi gerektiğini savunan bir eğilim oluştu, Bu eğilim, Bush döneminde güçlendi (İyi bir özet için, Bkz: Belamy Foster, Monthly Review, Temmuz-Ağustos, 2008). Orta Asya ve Rusya petrol ve gazının Batı’ya ulaşım yollarının geçtiği bölgede yer alan Gürcistan’da başlayan kriz bu bağlamda tam anlamıyla küresel bir “olay”.
Ama Gürcistan krizi aynı zamanda, iki anlamda yerel bir kriz. Birincisi, küçük bir devletin (Gürcistan), bir bölgesel hegemonyacı devletin (Rusya) yanında, bir başka hegemonyacı güce (ABD) dayanarak yaşamaya çalışmasıyla ilgili. İkincisi de bölgede tarihsel köklere sahip, son yıllarda patlama noktasına gelmiş etnik çelişkilerle ilgili. Bu iki çelişki üzerinde kurulu bölgesel denge, bir taraftan büyük güçlerin hidrokarbon rekabetinin, diğer taraftan ABD dış politikasında giderek önem kazanan, etnik ayrılıkları destekleme eğiliminin getirdiği basınçlara dayanamadı ve çöktü. Çökünce de bölgedeki, Türkiye, İran gibi önemli yerel oyuncuları etkilemeye, önlerine yeni sorunlar, riskler, ama aynı zamanda yeni seçenekler koymaya başladı.
Ve son derecede patlayıcı
Sorunların ve çözümlerinin giderek yerel güçlerin inisiyatifine bağlı hale geldiğini Batı’nın yerel güçlerin çıkarlarını göz önüne alan bir model geliştirmesi gerektiğini savunan yaklaşım, yukarıda değindiğim gibi, salt Kafkasya örneğine dayanmıyor. Bu yaklaşım Latin Amerika’da, Brezilya, Venezüella gibi ülkelerin, Asya’da Çin’in, Afrika’da Güney Afrika’nın bölgesel sorunların çözümünde belirleyici hale gelmeye başladığına işaret ediyor. Burada da yine yerel olanın küreselle doğrudan ve oldukça da patlayıcı özellikler taşıyan bir bağlantısı var. Prof. Klare’nin işaret ettiği gibi, soğuk savaş döneminde uluslararası jeopolitiğin fay hattı iki “sistemin” birbirine değdiği noktalardan geçiyordu. Belli bir denge, hatta istikrar ortamı yaratan bu fay hattı soğuk savaştan sonra kayboldu. Yerinde enerji, su kaynaklarının, gıda havzalarının, değerli madenlerin bulunduğu noktalardan geçen, çok karmaşık bir çelişkiler, ilişkiler, aidiyet ve sadakatler ağı aldı.
Yükselen güçlerin, özellikle son yıllarda, tüm bu noktalarda, yerel güçlerin taşıdığı tarihsel çelişkileri de kullanarak rekabet ettiğini, birbirlerini dengelemeye çalıştığını, bu arada kendi müdahalelerine olanak sağlayacak, çatışmaları, hatta savaşları körüklemekten çekinmediklerini görüyoruz. Örneğin Büyük Ortadoğu ve Kafkasya’da, ki artık bu iki coğrafyanın birleştiğini var sayabiliriz, Çin ve Hindistan Rusya ile ABD arasında, Batı, İran’a karşı Çin ve Hindistan bir yanda, Rusya öbür yanda, Körfez ülkeleri de bir başka taraf olmak üzere, Rusya İran’la Batı arasında, İran’ın Arap komşuları ABD hegemonyasıyla İran’ın basıncı arasında, bir seri dengeyi gözetmek durumunda. Bu yüzden, NATO Brüksel toplantısı, ABD ile AB’nin bu bloklaşma senaryosu üzerinde anlaşamadıklarını gösteriyor. Rusya da Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısından eli boş dönüyor. Bu dünyanın daha Latin Amerika’sı, Uzakdoğu’su var…
Şanghay Örgütü’nün toplantısında çekilen bir fotoğrafta, Medvedev donuk bir ifadeyle önüne bakarken, hemen arkasında, suratının ancak yarısını görebildiğimiz, Çinli bir diplomat neşeyle gülümsüyordu. O gün gazeteler, Çin’in Irak petrollerini işletmek için 3 milyar dolarlık bir kontrat imzaladığını yazıyordu (Financial Times, 27/08). Bu resimdeki gülümseme adeta, ABD- Rusya çekişmesi içinde Çin’in her yükselen hegemonya adayının hayali olan “uzaktan dengeleme” ayrıcalığına sahip olmaya başladığını düşündürüyor, aynı zamanda da “iki kutuplu” denklemin olanaksızlığını simgeliyordu.
Sonuç olarak, bugün,“iki kutuplu”, “soğuk savaş” gibi, kampları belli, ittifakları sağlam bir dünya şekillenmiyor. Büyük güçler arasında giderek kızışan rekabette etnik ayrılıkçılıkları kışkırtarak rakibini zayıflatma stratejilerinin kolaylıkla demokratikleştirme fantezilerine sarılarak devreye sokulabildiği, küçük devletlerin büyüklerini hedef alan provokasyonlarda kolaylıkla harcanabildiği bir dünya söz konusu. Bu dünyada, topraklarındaki etnik sorunları çözemeyen, komşularıyla ittifaklarını sağlamlaştıramayan ülkelerin işi çok zor olacak. Dış politikada başkalarının satranç tahtasında “piyon” olmamak için, taleplere boyun eğmeden önce (aklıma Boğazlar geliyor burada) ülkede yaşayan vatandaşların refahını, güvenliğini göz önüne almak gerekiyor.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 21 kişinin daha hastanelik olduğu ortaya çıktı