‘Gerçeklik’, faşizm ve solun sorumluluğu

10 Kasım 2022 Perşembe

Kapitalist toplumları “liberal demokrasi” ile yönetmek çok zorlaştı. Bu zorluğun, imkânsızlığa dönüşmeye başladığı koşullarda faşizmin çeşitli unsurları seçeneklerin içine girmeye başlıyor. Ne yazık ki günümüzde “gerçeklik” demokrasiden yana değil.

‘YAPISAL’, ‘POLY’, ‘MEGA’

Kapitalizmin, birbirini besleyen çelişkilerinden oluşan “yapısal krizini”, bugünlerde tarihçi Adam Tooze “polycrisis”, ekonomist Nouriel Roubini “mega tehditler” olarak tanımlıyor. Bu tanımlamalar, birbirini besleyen bir ekonomik, jeopolitik ve iklim krizleri “kümesine” işaret ediyor ama “kümenin” temelini oluşturan “şey”den, bir anlamda “töz”ünden söz etmiyor. Bu “töz”ü konuşmaya başladığımızda da imkânsızlıklarla, çözümsüzlüklerle, artık işlemeyen modellerle karşılaşıyoruz.

Bu “töz” tarihsel anlamda karşımıza “artık değer” ve onun ifadesi olan kapitalist üretim tarzı olarak, bu tarzın sergilediği biçimlerle çıkıyor. Bu “töz” bağlamında düşününce de “büyüme” kavramı altında saklanan “birikim”, “kâr maksimizasyonu”, “rekabet” gibi önceliklere bağlı kalındığı sürece, “polycrisis”, “mega tehditleri”, “yapısal krizi” aşmanın olanaksızlığını görüyoruz.

Örneğin, enflasyonla, durgunluk/resesyonun birleştiği durumu ifade eden “stagflasyonu” alalım: Birine karşı alınacak önlemek ötekini derinleştiriyor. Bu ikilemden çıkabilmenin tek yolu üretkenliği, “artık değer” üretimini, diğer bir deyişle kapitalist sömürüyü hızla artırmaktan geçiyor. Halkın seçkinlere, yöneticilere yönelik öfkesi ise sömürüyü hızlandırmaya yönelik önlemlere “rıza göstermeye”, krizlerin yükünü taşımaya niyetli olmadıklarını gösteriyor. Böylece, rıza almaya değil, dayatmaya öncelik veren “rejim modelleri” seçenekler içine giriyor.

Bir örnek de iklim krizi. Küresel ortalama sıcaklık artışının 1°C’nin altında kalması gerekiyordu, 1.2 °C çıkınca, 1.5 °C’ye “fit” olduk. COP 27 zirvesinde, 2.5+ °C olasılığından söz ediliyor. Daha şimdiden, dünyanın kimi bölgesinde tarımsal üretim yapmak, su kaynaklarını korumak, yaşamak olanaksızlaştı. Bu krizi aşmak, en azından yönetebilmek için zengin, merkez ülkelerin, yoksul ülkelere yardım amacıyla her yıl 2 trilyon dolarlık kaynak yaratmaları gerekiyor. Stagflasyon ve jeopolitik rekabet ortamında, merkez ülkelerin halkları yöneticilerinden, sosyal yardım, koruyucu önlemler beklerken umudunu “büyümeye” bağlamış hükümetlerin böyle bir kaynağı yaratmaya ve dağıtmaya niyeti, cesareti yok. Yok ama küresel ısınma, iklim krizi hızlandıkça, göçmenler krizi, kaynak dağılımına ilişkin küçük yerel savaşların büyük savaşlara dönüşme riski de hızla artıyor. Bu riskler, ülkelerin “demokratik” sistemlerini tehdit eden, “süreç olarak faşizmi” hızlandıran dinamiklere dönüşüyor.

Diğer taraftan, kapitalizmin çelişkilerinin basıncı, uzlaşarak, rıza alarak, birlik sağlayarak yönetilebilecek düzeyi geçti. Diğer bir deyişle “kapitalist gerçeklik”, birlik-bütünlük taklidi yapmaktan, süreç olarak faşizmden yana şekilleniyor. Bu “gerçeklik”, “gerçekçileri” 1930’larda Almanya ve İtalya’da, son 20 yılda Türkiye’de olduğu gibi ya fiziki olarak yok ediyor ya da demokratik, laik, özgürlükçü yanlarını aşındırarak yeniden şekillendiriyor. 

Bu, “gerçekliği” ve “birlik” için ilkelerden taviz verme, uyum sağlama fantezilerini reddetme cesaretini gösterebilmek gerekiyor. Bu ise kapitalist biçimleri reddetmeden olanaklı değil. Bu cesaretin örnekleri yalnızca sosyalist gelenekte var. Bu geleneği, insanlığın sorunlarını çözme tarzlarını, eleştirel biçimde, “yeni durum” (yapısal/poly kriz-mega tehditler) içinde şekillenen yeni ekonomik, teknolojik, siyasi, kültürel biçimlere karşı yeniden, tarihsel zaman ile bugün acil olan arasındaki çelişkiyi yönetmeyi başararak canlandırmak gerekiyor. Solun sorumluluğu da burada yatıyor. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları