‘Kötüden berbata doğru’

16 Haziran 2022 Perşembe

Dünya Bankası’nın (DB) geçen hafta yayımlanan “Küresel Ekonomik Beklentiler” (Global Economic Prospects) başlıklı raporu, hafta başında borsalarda yaşanan sarsıntılar, 1970’lerin sonunda başlayan süreci anımsatıyor.

DÜNYA BANKASI KÖTÜMSER

DB’nin raporundaki öngörülere göre, dünya ekonomisinde büyüme bu yıl yüzde 2.1’ye, gelecek yıl da yüzde 1.5’e gerileyebilecek. Rapor, bu oranların gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sırasıyla (yüzde olarak) 2.2-0.8 ve 2.2-2.6 gibi çok düşük düzeylerde gerçekleşebileceğini söylüyor. 

Dünya ekonomisi için genel olarak kabul edilen resesyon sınırının yüzde 3 ya da yüzde 2.5 olduğunu düşününce DB’nin beklediği resesyonun çoktan başladığını söyleyebiliriz.

Bu resesyon sürecine giderek güçlenen bir enflasyon eşlik ediyor. Bildiğiniz gibi ABD merkez bankası (Fed) faizleri artırmaya, daraltıcı para politikaları izlemeye başladı. Bu yazı yazılırken Fed’in 0.75 puan gibi “dramatik bir artışa” gitmek üzere olduğu konuşuluyordu. Avrupa Merkez Bankası da Fed’in izinden gitmeye hazırlanıyor.

Bu durum 1978-82 dönemini anımsatıyor. O döneme bakınca yüksek faizlerin çevre ülkelerde tetiklediği borç krizlerine ek, bir şey daha görüyoruz. New York, Londra, olmak üzere önde gelen borsalar hızla gerileyerek “ayı piyasaları” olarak adlandırılan alana geçmişlerdi. “Ayı piyasaları” yaklaşık iki yıl sürmüş ve borsalar yüzde 30 dolayında değer kaybetmişler. Sonra 1980’lerin ortasına doğru enflasyon kontrol altın alınırken borsalar 1990’ların sonuna kadar güçlü bir artış eğilimi sergilemişler. 2000-2020 arasında, biri 2.5 ikincisi 1.5 yıl olmak üzere iki “ayı piyasaları” dönemi var. Pazartesi de Wall Street Journal ABD borsalarının bir kez daha “ayı piyasaları” alanına girdiğini yazıyordu.

BİRBİRİNİ BESLEYEN DİNAMİKLER

1970’lerin sonunda Fed faizleri hızla yükseltirken enflasyon gerilemeye başlamış. Merkez bankaları enflasyonla mücadeleye öncelik vermişler, faizler 2008’e kadar hep enflasyonun üzerinde seyretmiş. Sonra, finansal kriz içinde mali sermayeyi desteklemek öncelik kazanınca faizler hızla gerileyerek bu yıl yeniden artmaya başlayana kadar yüzde 1’in altında kalmış.

Önümüzdeki dönemde (iki yıl?) birbirini besleyecek bir seri karşıt eğilim etkili olacak. Yüksek faizler borç ödeme zorluklarını, tüketim daralması üzerinden de resesyonu besleyecek. Resesyon işsizlik artışını, borsaların düşme eğilimini besleyecek. Borsaların düşme eğilimi, sermaye erimesi ve servet kaybı üzerinden, işsizlik de yoksullaşma üzerinden tüketimin daralma eğilimini besleyecek.

Bu dinamikler gelişmekte olan ülkeleri de etkileyecek. Hızla artmaya başlayan kredi maliyetleri ve risk primleri borç krizi riskini artıracak. Merkez ülkelerdeki resesyon, gelişmekte olan ülkelerin ihracat pazarlarının daralması ve döviz gelirlerinin azalması anlamına geliyor. 

Bunlara, pandeminin, Ukrayna savaşının, Çin’deki karantinaların tetiklediği, gıda, enerji, kimyasal gübre ve haşarat ilaçları fiyatlarındaki artışları, bu “karışımın” toplumsal dengeler üzerindeki etkilerini ekledik mi ekonomik ve siyasi boyutlu bir “mükemmel fırtına” ile karşılaşıyoruz.

Ancak bu mükemmel fırtına burada kalmayacak. Gelişmiş ülkelerin bankaları, parasal genişleme, düşük faiz döneminde, gelişmekte olan ülkelere verdikleri kredileri geri almakta zorlanacaklar ve finansal yapıları daha da zayıflayacak. ABD ve AB’de de borç krizi riski artıyor.

Financial Times’ın aktardığına göre, DB’nin ekonomik beklentiler analizi bölümü başkanı, “Yılbaşında işlerin kötüye gitmesini bekliyorduk... Şimdi kötüden berbata doğru gitmeye başladı” diyormuş.

Türkiye, işte bu “kötüden berbata” gidişin, “süreç olarak faşizmin” sertleşen rüzgârlarını bir kasırgaya dönüştürme riski altında yolunu bulmaya çalışacak.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları