‘Ne oluyor? Ne oluyor?’

28 Eylül 2020 Pazartesi

Covid-19 salgını, ekonomik kriz, ölümcül etkileriyle birlikte hızlanarak ilerlerken rejim, baroları parçaladı, Ayasofya’yı yeniden fethederek camiye dönüştürdü, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma talebini canlandırdı, Tabipler Odası görevini yaptığı için hedefe konuldu, bu arada “Stratejik İletişim” adı altında bir aktif propaganda ve muhalif seslerle mücadele örgütü kuruldu, altı yıl önceki bir olaya atıfla HDP’nin önde gelen isimleri apar topar tutuklandılar. Kılıçdaroğlu ve Akşener’in tutuklanacağı söylentileri de var.

Peki, ne oluyor? Beckett’in “Oyunun Sonu” yapıtından, çok sevdiğim o sözlerle, “Ne olacak. Şeyler kendi seyrini izliyor!

Rejim, Covid-19 salgını, ekonomik kriz karşısındaki beceriksizliğinden, muhalefetin yararlanamayacak kadar basiretsiz olduğunu fark edince, “siyasal alanın”, “konuşulabilir olanın” sınırlarını “dini hakikat rejimini” egemen kılacak biçimde daraltma sürecinde yeni hamleler yapabileceğini gördü.

“Şeyler (hemen hiçbir engelle karşılaşmadan) kendi seyrini izliyor” Çünkü, ana muhalefet partisinin varlığı, “sert” şikâyet ötesine geçemiyor. Sol hareketin durumu da çok farklı değil. Tamam, insanlar bedenlerini direniş çizgisine, sokaklarda polis şiddetinin karşısına koyuyor, emekçilerin ekonomik mücadelesinde yer almaya çalışıyorlar, ama bu çok parçalı hareketler arasında siyasi sonuç yaratacak bir sinerji oluşmuyor. O zaman da akla şu soru geliyor: İktidarı amaçlamayan, “siyasi alanda” bu yönde fark yaratamayan eylemleri, “Siyasi mücadele” olarak tanımlamak olanaklı mıdır?

Ne yapmalı?

Verilebilecek cevabın ilk kısmı çok kolay. Rejim hakkındaki tanımlamalar çeşitli, ama hemen hepsi bir konunda birleşiyorlar: Demokratik mücadele alanını hızla yok etmekte olan, baskıcı, şiddet eğilimli ve toplumsal tabanı olan “totaliter” bir “şey” var karşımızda. Bu durumda tarih bize, “iş işten geçmeden, güçlerinizi birleştirin” mücadeleyi siyasileştirin diyor. Ve anımsatıyor: Geçen yüzyılın ilk yarısında, sizin çapınızla mukayese bile edilemeyecek kadar büyük komünist partiler, sendikal hareketler, toplumsal örgütlenmeler bir avuç serserinin, yasa, kural, seçim sonuçları tanımayan şiddetli saldırıları karşısında birkaç ayda darmadağın oldular, yok edildiler! Hataları, yalnızca kendi ülkelerinin halklarına değil dünya halklarına çok büyük acılara mal oldu.

Verilecek cevabın ikinci kısmıysa, dünün dünde kalmış olmasıyla ilgilidir. II. Dünya Savaşı sonrasında şekillenen, kitlesel, homojen işçi sınıfı ve dayanışma örgütleri, ideolojik kamplaşma (hegemonya altında istikrar), görece demokratik refah devleti, dolayısıyla “sosyal demokrasiyi” ve kitlesel sosyalist-komünist partileri var eden koşullar geride kaldı. Şimdi hem sermaye küresel çapta hareketli hem artık-değeri üreten emek süreci hem de emek biçimleri hızla değişiyor, sermayenin ve işçi sınıfının yapısal özellikleri de… Ek olarak, işçi sınıfı hem kendi içinde, gerileyen geleneksel “sanayi sektörü” ve gelişen “toplumsal simgesel” sektör (yeni teknolojiler, yeni “orta sınıf” proletarya bu kesimde) çalışanları olarak ikiye bölündü hem de birbiri ardına gelen göçmen dalgalarıyla kültürel homojenliğini kaybetti.

İşçi sınıfının farklı kesimleri, farklı siyasi kültürel refleksler sergiliyorlar. Bir kısmı faşist hareketlere ilgi gösterirken, bir kısmı da “kimlik siyaseti”, çevre ve iklim krizi, virüs salgınları, “yaşam tarzı” korkusu ile sermayenin ileri teknoloji alanında, sosyal medya ve bilişim sektöründe yoğunlaşmış kesimleriyle çıkarlarının çakıştığını sanıyor.

Her iki kesim de “kapitalist gerçekçiliğin” sağ ve sol kanadı olarak şekilleniyorlar. Her ikisinin de yüzü geçmişe dönüktür. Biri işçi sınıfının homojen ve kitlesel ve “ulusal” olduğu zamanın “istikrarını” özlüyor; bunun için iradesini “güçlü adamlara” teslim etmeye hazır. İkincisi de sosyal demokrasiyi, çokkültürlü, çevre dostu bir düzeltmeyle restore etmeyi arzuluyor. Hem de toplam hane halkının yüzde 0.8’inin toplam servetin yüzde 45’ine, bu yoğunlaşmanın siyasi sonuçlarıyla birlikte sahip olduğu bir dünyada…

Cevabın üçüncü hatta dördüncü kısmı da var. Ancak bunları, güçleri birleştirmeye, “kapitalist gerçekçiliğin” dışına çıkmaya karar verdikten sonra konuşmaya başlayabileceğiz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024
Odadaki filler 8 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları