‘Zeytin ağacı’, ‘Aşkın kıyameti’- Orta sınıf bunaltısı

11 Ağustos 2022 Perşembe

Bu diziyi ve filmi keyifle ve kaygıyla izledim. Güzel insanların, güzel coğrafyalarda, güzel fon müzikleri eşliğinde yaşadıkları güzel aşkları, ilişkileri izlemekten kim keyif almaz ki? Kaygı ise bu yapıtları üreten toplumsal duruma ilişkindi.

BUNLAR KİM?

Siyasal İslamın despotik, totaliter rejimi altında ezilen ülkedeki, kadın cinayetlerini, çocuk tecavüzlerini, doktor gasp ve cinayetlerini, ilk düş kırıklığında silahına sarılanları, “öteki dünya”, kadın bedeni üzerine sabahtan akşama kadar saçma sapan yorumları yayımlayanları, refah çöküntüsünü düşününce, dizinin, filmin karakteri için “Kim bunlar, nerede yaşıyorlar, böyle bir ilişkiler evreni var mı?” diye düşünmeden edemedim. Böyle bir ülkede, dizi ve filmdeki gibi bir ilişkiler evreni olduğuna inanamadığımdan, aklıma “Bu tür yapıtlar neden var”, “Bu metanın tüketicileri kim” soruları geldi.

Yazar, araştırmacı, İlknur Bilir yorumunda, bu iki yapıtla ilgili sorularımı kısmen cevaplıyordu: “Türkiye’de şu anda dini tarikat ve cemaatlerin yanında, bir de üst orta sınıfın yaşadığı kolay yoldan ‘selamete erme’, bunalmışlıklarından kurtulma adına para ile eğitim, terapi kisvesi altında tersi bir yapıyı da görüyoruz. Bu tarz film ve dizilerin öznesi, terapi kamplarında doğru yolu bulduğunu söyleyen, iki saatlik eğitimlere on binlerce dolar ödeyip hayatın sırrını çözen bir kesim.” Bilir, “Aşkın Kıyameti” filminin yapımcısı Yılmaz Erdoğan için “Böylesine ‘ruhani’ bir filmle karşımızda olmasını da esen rüzgâra kapılmış diye yorumluyorum” diyor. (Daha fazlasını okumak için: https://ilknurbilir.medium.com)

Özetle karşımızda bunalmışlıklarını aşabilmek, hayatının, ruhunun sırrını çözmek için terapi kamplarına büyük paralar ödemeye hazır bir toplumsal kesim, bunların ağrılarını hafifletecek fantezileri, rejimin simgesel evreni içinde kalmaya dikkat ederek üreten, “satan” sanatçılar ve kültür endüstrisi var. 

ESKİ BİR HİKÂYE

Bu “orta sınıf bunalmışlıkları” Türkiye’ye özgün değil; kapitalist toplumların kriz dönemlerinde gelişen “geçmişten koparken geleceği de kaybetme” duygusuyla, kapitalizmin bireylere bir “gelecek”, yaşamlarını bu “geleceğe” doğru yönlendirecek ilkeler sunamamasıyla ilişkili.

Örneğin, benzer bir durumu 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki İngiltere’ye bakınca görüyoruz. İngiltere’nin küresel hegemonyasını, sömürgelerini koruma olasılığı hızla zayıflıyor, aristokratik-burjuva kültürel sentezin değerleri, modernizmin, I. Dünya Savaşı’nın ve pandeminin, “büyük buhranın” yarattığı yıkımla, sınıfsal-toplumsal hareketlerin basıncıyla parçalanıyor, giderek belirsizleşiyor. Bu (çorak) ülkenin “orta sınıfı” ülkede ve dünyada ayrıcalıklı konumunu, egemen burjuva kültüre, resmi dine güvenini, gelecek beklentisini yitiriyor.

Bu ortamda, egemen dini kurumları çok tutucu, otoriter bulan, yükselmekte olan kitlesel hareketlerden korkan, hümanist ve spiritüal/mistik bir yere sığınmaya çalışan, liberal eğilimli yukarı orta sınıfın içinde, yukardaki yapıtların ideolojisine çok benzeyen “Theosophy” adlı bir akım yayılmaya başlamış.  

Theosophy, vülger bir oryantalist bakışla Doğu mistisizmine özeniyor, ruhun ölümsüzlüğüne, bitimsiz tekrarlarına, astral projeksiyona (ruhunu başka zaman ve mekâna gönderme), yaşamın sırrının geçmişin spiritüal “uygarlıklarının” (Atlantis ve öncesi) metinlerinde (Tibet kaynaklı filan) yattığına, ölümün de yeni bir yaşamın başlangıcı olduğuna inanıyordu. 

Madam Blavatsky adında bir sözde da Rus aristokrat göçmen tarafından 19. yüzyıl sonunda uydurulan Theosophy, zamanın, Marksist Sosyal Demokrat Federasyondan H.M. Hyndman’ın deyimiyle “tam anlamıyla bir şarlatanlıktı”.  Anlaşılan, bu şarlatanlık yüzyıl sonra yine karşımızda. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları