Erinç Yeldan

+2 Derecenin Ekonomisi

02 Temmuz 2014 Çarşamba

Dünya Çevre ve Kaynak İktisatçıları Birliği’nin Beşinci Kongresi bu hafta başında İstanbul’da toplandı. (*) İTÜ İşletme Fakültesi’ndeki meslektaşlarımızın ev sahipliğinde gerçekleştirilen kongreye 1200’den fazla delege katıldı; sunumlar yaptı.
Kongrenin ana teması İklim Değişikliği tehdidi idi. Sanayi Devrimi’nden bu yana yaşanan karbondioksit ve diğer sera gazı atıklarının atmosferde yoğunlaşması nedeniyle gezegenimizin yüzey ısısının ortalama 1.5 ile 2.2 derece arasında artış göstermiş olduğu tahmin edilmekte. Önlem alınmaz ise yüzyılın sonuna kadar bu artışın ivmelenerek süreceği ve gezegenimizin iklim dengesinin kalıcı olarak değişime uğrayacağı bilimsel olarak kanıtlanmış durumda.
Çevre bilimcileri, söz konusu tehdidi önleyebilmek için yüzyılın sonuna değin gezegenimizin yüzey ısısındaki artışın en fazla 2 santigrat derece ile sınırlandırılması gerektiği uyarılarını dile getiriyor. Bunun için ise atmosferde yoğunlaşmış olarak yer alan karbondioksit miktarının 450 ppm (parts per million: her bir milyon molekül içinde karbordioksit eşdeğer molekülü) düzeyinde tutulması gerektiği biliniyor. Sanayi devrimi öncesinde, atmosferimizdeki karbondioksit yoğunluğunun 220 ppm düzeyinde olduğu tahmin ediliyor.

***

Gezegenimizin yüzey ısısındaki artışın 2 derece ile sınırlı tutulabilmesi için alınacak iktisadi tedbirlerin ve özendirmelerin neler olabileceği konusu ise kongre boyunca gözlemlediğimiz üzere, iktisatçılar arasında derin görüş ayrılıklarına yol açmakta. Bu doğrultuda atılmış en ileri adım olarak bilinen Kyoto Protokolü, belgeyi imzalayan ülkeler için 2008-2012 yılları arasında, başta karbon olmak üzere sera gazı salımlarını 1990 düzeylerinin yüzde 5 daha da altına çekmeleri yükümlülüğünü getirmiş idi. Şimdi 2015’te yapılacak Paris Kongresi’yle birlikte yeni hedeflerin hayata geçirilmesi planlanmakta.
Bilindiği üzere, Kyoto Protokolü aracılığıyla her üye ülkeye belli bir karbon emisyon kotası tahsis edilmekte ve üye ülkelerin bu kotaları kendi üreticileri arasında “paylaştırması” beklenmektedir. Tasarıma göre eğer herhangi bir üretici ya da ülke kendi kotasını aşarsa, çevreyi daha az kirleten diğer ülke ya da üreticilerden karbon kotası “satın” alabilecektir. Yani Kyoto Protokolü küresel ölçekte bir karbon piyasası kurulmasını önermekte ve dolayısıyla küresel ısınmayla mücadeleyi “pazar ekonomisinin kurallarına” havale etmektedir. Karbon kotaları, bir kere tahsis edildikten sonra dünya pazarında oluşacak fiyatlarda çok kirleten ülkeler tarafından “satın alınabilecektir”.
Öte yandan “karbon piyasasında” dolaşıma girmesi beklenen karbon kotası ticareti daha şimdiden uluslararası finans şirketlerinin iştahını kabartmaktadır. Finans şirketleri, çevreyi daha fazla kirleten çelik, çimento ve kömür gibi sanayi üreticilerine karbon kotası satın alabilmeleri için “kredi açmaya” hazırlanmaktadır. Aynı bir ev ya da otomobil kredisi gibi karbon gazı kotası da krediyle satın alınabilecektir. Yani yeni “borç tuzakları” çevreci söylemler ardında yeniden kurulmaktadır.
Küresel ısınma tehdidine karşı “kapitalist pazar ekonomisinin mantığına sadık” bir çevre politikası ne kadar gerçekçidir? Gerçekten etkin bir çevre politikasının tasarımı bu soruya net olarak cevap vermek durumundadır.

***

Bütün bu gelişmelerin ülkemiz açısından ne derece önemli olduğunu bir köşe yazısının sınırları içinde aktarmamıza olanak yoktur. Ancak şu bilgileri vermekle yetinelim: Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre Türkiye’nin 2011 yılındaki karbondioksit eşdeğeri emisyon düzeyi 296 milyon tondur. OECD tarafından derlenen verilere göre Türkiye ekonomisinde fert başına ve GSYH başına karbon emisyonunu dünya ortalamasının henüz altında kalmasına karşın, dünyada kişi başına ve toplamda karbordioksit emisyon düzeyini en hızlı artıran ülkeler arasında olduğu görülmektedir. Türkiye 1990’dan bu yana toplam karbondioksit eşdeğeri emisyonunu yaklaşık 2.5 kat artırmış gözükmektedir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları