Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Kapitalizm ve Küresel Krizin Maliyetleri
İktisat bilimi “potansiyel üretim düzeyini” bir ülkede verili sermaye, emek ve diğer doğal kaynakların tam istihdam düzeyinde kullanılarak, enflasyon baskısı yaratmayacak olası en yüksek çıktı elde edilebilecek miktar olarak tanımlıyor. Bu tanım, kuşkusuz, ulaşılmak istenen “ideal” bir üretim düzeyi; ve tanımın içine sadece “iktisadi” öğeler değil, teknolojik ve kurumsal düzenlemelerin etkinliği de girmekte. Tarihi veriler, potansiyel büyüme hızının ABD ekonomisinde 20. yüzyıl boyunca ortalama yüzde 2.1’lik bir artış içinde olduğunu hesaplamaktaydı.
Ta ki 2008 krizi patlak verene değin.
***
Küresel kapitalizmin “merkez” ekonomilerine ait güncel veriler 2007’den bu yana ilk defa bir bütün olarak pozitif büyüme içine girebileceğini işaret ediyor. ABD’de istihdam düzeyi yedi yıllık aradan sonra geçen mayıs ayında ilk kez 2007 düzeyini yakaladı. İngiltere’nin de 2008 üretim düzeyini içinde bulunduğumuz yılın sonuna doğru elde edeceği ve küresel krizin “kötü bir kâbus” anısı olarak artık geride kalacağı öne sürülmeye başlandı.
Ancak, 2008 sonrası yaşananlar krizin sadece gelip geçici, konjonktürel bir iş çevriminden ibaret olmadığını; küresel kapitalizmin işleyiş ve yönetişim dinamiklerinin yapısal olarak tahrip edilmiş olduğunu belgeliyor. Kriz boyunca söz konusu kayıpların sadece yıllık üretim ve istihdam daralmalarıyla sınırlı olmadığını, kayıpların potansiyel üretim eğilimlerini de derinden etkilediği anlaşılıyor. İngiltere’de yayımlanan The Economist dergisinin aktardığı verilere göre potansiyel üretim trendi ABD’de yüzde 4.7; İngiltere’de yüzde 11 düzeyinde çökmüş durumda. Potansiyel üretim trendindeki tahribat Yunanistan, İspanya ve İrlanda gibi Avrupa’nın çevre ülkelerinde ise yüzde 20’yi aşıyor. Bir bütün olarak bakıldığında kapitalizmin “merkez” kuzeyindeki potansiyelin ortalama yüzde 8.4 tahrip edilmiş olduğu hesaplanmakta.
Dolayısıyla, söz konusu kayıpların sadece günlük bazda gelip geçici maliyetleri değil, küresel ekonominin potansiyel üretim trendlerinin tahrip edilmiş olduğu yapısal nitelikli sorunları da içermekte olduğu anlaşılıyor. Krizin etkilerinin iktisadi süreçlerle sınırlı kalmayıp, uluslararası güvenlik ve siyaset dengelerini de yerinden oynatarak uzun süreli bir büyük durgunluk şeklinde tezahür etmesi de bu gözlemleri doğruluyor.
***
Krizin ardında yatan en önemli etkenin spekülatif finans sermayesinin reel ekonomiden bağımsız, kendi başına bir güç haline dönüşmesi ve son derece kısa vadeli, aşırı akışkan parazit yapısından kaynaklanmakta olduğu sıkça dile getirilmekte. Finans dünyasının spekülatif ve kısa dönemci rantiyer-tipi birikim kararlarının sürdürülemez balonlar, köpükler yarattığı ve kapitalist pazarlarda dengesizliklerin ana nedenini oluşturduğu biliniyor. Dolayısıyla, finans sermayesinin dizginlenmesi ve yeniden rasyonalleştirilmesi sayesinde kapitalizmin daha akılcı ve adaletli bir düzene kavuşacağı inancı yaşatılmakta.
Ancak söz konusu savlar finans dünyasının söz konusu spekülatif tahribatının bilinmesine karşın, reel üretici sermaye diye adlandırılan sermaye gruplarının niçin bu tahribatı engelleyici ve finans akımlarını düzenleyici politikaları benimsemediğini açıklamakta yetersiz kalıyor.
Reel üretici sanayi sermaye grupları neden finans dünyasının akıldışı, israf dolu spekülatif tahribatına karşı önlemler geliştirmekten aciz kalıyor? Bu sorunun yanıtı, aslında “üretici sanayi sermayesi” ile “spekülatif, parazitik finans sermayesi” gibi bir ayırımın yanıltıcı ve yapay bir tasvir olduğundan geçiyor.
Gerçek şu ki, 20 yüzyılın son çeyreğinden başlayarak dünya kapitalist sisteminde gözlenen dönüşümler, finansallaşma sürecinin aslında kapitalist sistemin zorunlu bir dönüşümünü nitelendirmekte olduğunu ve reel üretici sanayi sektörlerinde kâr oranlarındaki azalışların finansal rant oyunları ile takviye edilmesinin doğal bir sonucu olduğunu belgeliyor. Küresel sermayenin 1970’lerin ikinci yarısından itibaren kuralsızlaştırma, serbestleştirme, özelleştirme saldırılarıyla başlatılan karşı saldırısı, ülkemizin de yer aldığı çevre ülkelerinde imar rantları, taşeronlaştırmalar ve giderek askeri iç çatışmaları da körükleyerek küresel artık değere el koymanın araçları olarak işletiliyor.
Dolayısıyla, bu akıldışı sistem “üretici” sanayisi, rantiyer finansal akımları ve uluslararası savaş sanayisi ile birlikte bir bütün olarak kapitalist sistemin ana parçalarını oluşturuyor.
Üretim potansiyellerini tahrip eden küresel büyük durgunluk süreci spekülatif finansallaşması, taşeronlaştırması ve savaş konjonktürleriyle bir bütün olarak kapitalizmin genel adıdır. Ve bu yüzden de günümüzde kapitalizm dünya ekonomisini artık savaş konjonktürü olmadan idare edemez konumdadır.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama