Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Yeni Yüksek Öğretim Yasası
Toplumsal gündemimizin hızla değiştiği ve iç ve dış çatışmaların giderek şiddetlendiği günlerde, yükseköğretim yaşamını yakından ilgilendiren bir yeni karşıdevrim hazırlığı sessiz sedasız sürüyor. Üniversitelerin senatolarında görüşülme sürecinde olan Yüksek Öğretim Yasa Tasarısı, çeşitli medya organlarında da ele alınmasına karşın toplumsal gündemimizin gölgesinde kalarak bir oldubittiyle son aşamasına ulaşmak üzere olduğu görülmekte.
\nMevcut Yüksek Öğretim Yasası’nın Türkiye’nin yakın geçmişinde yaşanan olağanüstü baskıcı dönemlerin izlerini taşımakta olduğunu biliyoruz. Bu dönemlerin ana vurgusu üniversitelerin ve üniversite hocalarının öğrencilere “zararlı” ve “ideolojik” eğitim verdiği önyargısından hareketle, üniversite mensuplarını birer potansiyel suçlu gibi görme anlayışına dayanmaktaydı. Bu anlayışın doğrudan uzantısı olarak üniversitelerin ve üniversite öğretim üyelerinin salt akademik değil, hemen tüm sosyal faaliyetlerinin denetlenmesi ve kontrol altında tutulması prensibiyle hareket etmekteydi.
\nÜniversitelerin çağdaş eğitim, araştırma ve toplumsal hizmet üretme olanaklarını kısıtlayan ve onları dar anlamda sadece birer teknik eğitim ve beceri kuruluşuna indirgeyen mevcut yasa ve kurumların çağın yeni koşullarına göre yeniden yapılandırılması gereği açıktır. Taslak metni de girişinde yer alan “üniversitelerimizi çatışma, kısıtlama ve yasakların değil, bilimsel ve akademik özgürlüğün teminat altına alındığı, farklı bilim anlayışlarının bir arada var olduğu, farklı paradigma, yaklaşım ve tezlerin birbiriyle etkileşerek bilim, öğretim ve toplumsal hizmet faaliyetlerinde bulunulduğu mekânlar olarak tescil etmenin yolu” olarak yeniden yapılandırma gerekçesiyle kanımızca Türk yükseköğretim sistemindeki en önemli soruna ışık tutmaktaydı.
\nAncak, AKP hükümetinin hemen tüm hukuki yeniden düzenlemelerinde olduğu üzere, mevcut yasa tasarısında da “olumlu” gerekçeler ile “çözüm” önerileri birbirinden kopartılmakta ve yükseköğretim yaşamı yepyeni sorunlarla baş başa bırakılmaktadır. Şöyle ki,
\n• Yeni yasa tasarısı ile idari olarak zaten baskıcı ve akademik özerkliği engelleyici mevcut niteliğinin yanında ticarileşmeyi ön plana çıkararak yükseköğretimin bir “pazar” haline dönüştürüldüğü ve piyasanın kısa vadeli kâr zarar prensiplerine bağımlı, anarşik yapısına teslim edilmekte olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda, mevcut devlet ve vakıf üniversitelerinin yanında, ticari kaygılarla çalışacak “özel” ve “yabancı” yükseköğretim kurumları da açılması öngörülmektedir. Bu adım ise sistemi kaos ve kargaşaya sürükleyecek ve üniversiteleri diploma satışı yapan işletmeler durumuna indirgeyecektir.
\n• Bu çerçeve içinde devlet üniversitelerinde en önemli yeni yönetim birimi Üniversite Konseyi olarak görülmektedir. Üniversite Konseyi sadece ilgili üniversitenin başta rektör ve dekanların ataması olmak üzere, kurumun bütün stratejik planlarını, yatırımlarını, öğrenci kontenjanlarını ve ilgili bütün işleyişini belirlemektedir. Üniversite Konseyi’nin kurulabilmesindeki şartlar son derecede muğlaktır. Tasarıda örneğin, kurumun bütçe performansı kuruluş gerekçesi olarak öngörülmekte ve belirli şartları taşıyan kurumsallaşmış bazı üniversitelerde kurulmasının öngörüldüğü açıklanmaktadır. Kurulun 11 üyesinden 2’sinin Bakanlar Kurulu, 1’inin Cumhurbaşkanı, 2’sinin YÖK, 2’sinin de “ilde en çok vergi verenler arasından” ya da “üniversiteye en çok bağışta bulunanlar” gibi sadece ticari özelliklere vurgu yapılarak atanması öngörülmektedir. Bu türden siyasi ve ticari kıstaslar, akademik değerlerin dışında siyasi müdahalelere, şeffaf olmayan uygulamalara ve eşitlik ilkesini sarsıcı düzenlemelere neden olabilecek, üniversiteler arasında ikilik yaratacaktır.
\n• Taslağın kanımızca en sakıncalı bölümü üniversitelerin eğitim ve araştırma faaliyetlerini ölçmek için bir “faaliyet puanlaması sistemi” oluşturulması düşüncesidir. Akademik faaliyetlerin muhakkak uluslararası akademik standartlara göre değerlendirilmesinin tartışılamaz olmasına karşın, akademik faaliyetlerin sadece basit bir puan sistemiyle ölçüme indirgenmesinin son derece sakıncalı olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Zaman içinde değişen akademik yayın olanakları ve disiplinler arası farklılıklar göz önüne alındığında sadece nicel puanlama anlayışı “kalite” yerine “nicel boyutu” öne çıkarmakta, öğretim üyelerini ülke sorunlarına yabancılaştırmakta ve haksız ve keyfi değerlendirmelerin yolunu açabilmektedir. Akademik faaliyetlerin değerlendirilmesinin ulusal ve uluslararası düzeyde yetkin jüriler tarafından sürdürülmesi ve doçentlik ve profesörlük atama süreçlerinin bu jürilerin raporları öngörüsünde gerçekleştirilmesi kanımızca daha sağlıklıdır. Akademik faaliyetlerin değerlendirilmesi sadece öğretim üyelerinin ve idarecilerinin “değerlendirilmesi” amacına yönelik olarak bilimsel kıstaslar aracılığıyla yapılmalı, faaliyet puanlarına dayalı olarak konsey kurulması keyfiyatı ise söz konusu olmamalıdır.
\nSiyasallaştırılmış ve ticarileştirilmiş bir yüksek öğretim sisteminin Türkiye’nin sosyal ve iktisadi kalkınmasının önünde duracak en önemli engel olacağı unutulmamalıdır.
\nYazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!