Ankara-Şam barışının ‘getirileri’ ve bugün kaybettiklerimiz

18 Şubat 2020 Salı

Dış politika, devletler (ve halklar) arasında ortak yararları (ve çıkarları) üretme becerisi ve sanatıdır. Bu gerçeği ancak, kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter rejimlerde uygulayabilirsiniz. Tek adama dayalı otokratik rejimler “ortak çıkarlara değil, çatışma ve kutuplaşmalara götürür”. Aynen Suriye’de bugün karşılaştığımız gibi.

Ankara ile Şam arasında, 2011 öncesinde yaşandığı gibi barış, dostluk ve işbirliği yaşansa “getiriler” neler olurdu?:

1) Onca insan kaybımız olmaz, aileler ve millet üzülmezdi.

2) YPG-PKK, ABD’yi (ve AB’yi, hatta Rusya’yı) arkasına alarak Suriye’nin yüzde 30’unda, Kuzey Irak’la bütünleşmiş bir Kürdistan ayağı oluşturamaz, Suriye’nin bütünlüğü barış yolu ile sağlanırdı. 

3) ABD ve Rusya askeri üsleri Suriye’de “sürekli olarak yerleşme” ve Türkiye üzerinde risk ve tehdit oluşturma konumuna gelemezlerdi.

4) Türkiye’nin Suriye ile 2011’e kadar çok hızlı gelişen ve iki tarafın ulusal çıkarlarına hizmet eden ekonomik ve ticari ilişkileri daha da genişlerdi. Türkiye, Ortadoğu’ya Suriye üzerinden yürüttüğü “ticaret yolundan” çok daha fazla yararlanmış olurdu. 2011’den 2020’ye kadar ortaya çıkan ekonomik kaybımız 100 milyar doların çok üzerindedir. Buna ek olarak göç dolayısıyla 50 milyar dolar fatura doğmuştur. Türkiye’nin bütünlüğü risk altına girmiştir.

5) Türkiye’nin içine aralarında kaç bin teröristin bulunduğu bilinmeyen, 5 milyonluk “yarının saatli bombası” yerleşmemiş olurdu.

6) Ankara, Körfez’den Libya’ya kadar, Arap dünyası ile karşı karşıya gelmezdi.

7) Ankara ve Şam anlaşarak, Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Suriye’ye karşı fiilen kurulan tuzağı engelleyebilirler, her iki ülkenin ulusal çıkarları da, “enerji kaynakları, denizyolları ve havayolları alanlarında korunmuş olurdu”.

Ankara’nın, “Müslüman Kardeşler üzerinden, ABD eli ile Suriye’nin parçalanmasının bir tarafı haline sürüklenmesi”: Şam ile yakın dostluk ve işbirliğinden, savaşın eşiğine getirilmesi söz konusu olmazdı.

Türkiye ve Suriye, dün olduğu gibi yarın da burada sınırdaş olacağız. Ankara ve Şam arasında işbirliği ve dostluktan başka bir çözüm yolu yoktur. Bu gerçeği inkâr edersek, yarın karşılaşacağımız fatura, yukarıda sıraladıklarımdan “misliyle” büyük olacaktır. “Misliyle” anlayışını, çatışma ve düşmanlık üzerine değil, ortak çıkarlar, işbirliği ve barış üzerine oturtmak zorundayız. ABD dün İran ve Irak’ı çatıştırdı; iki taraf da kıyıma uğradı: bugün de Ankara ve Şam’ı çalıştırıp bölgeyi BOP üzerinden egemenlikleri altına alıyorlar: hem de Kürdistan’ı kurarak, Doğu Akdeniz’i ele geçirerek.

Suriye’nin parçalanması, yarın da Türkiye’yi benzer tehdit ile karşı karşıya getirir.

Yakın geçmişte Lazkiye ile Magosa (KKTC) arasında düzenli feribot seferleri bile vardı. Şimdi bölgede, izinsiz helikopter bile uçuramaz hale geldik.

Müslüman Kardeşler, İhvan, siyasal İslam odaklı iç ve dış politika, bizi “yeşil kuşak tuzağının içine sürükledi”. Washington ve Moskova arasında sırat köprüsüne döndük!

Meclisimiz bugün, bırakın Atatürk dönemini, 1 Mart 2003 düzeyinde bile olsa, Ankara ile Şam arasında çatışma değil barış, dostluk ve işbirliği olurdu. ABD (ve BOP misyonu) tek adam rejimine geçişi bu nedenle destekledi. Aynen bugün İdlib’de “yürü ya kulum” dedikleri gibi!

Tank-palet fabrikamızı Katarlılara satacak duruma geliyorsak, İdlib’de de bu duruma düşmekten kurtulamayız. Zararın neresinden dönersek kârdır, Ankara ile Şam arasında işbirliği yapmak becerisini gösteremezsek kazananlar ABD, Rusya ve FETÖ’cüler olacaktır… “Yağmur duası” yerine yoksa “akıl duasına” mı çıkmamız gerekiyor!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları