Müzik ve beden dili

06 Temmuz 2022 Çarşamba

Gözünü kapatmış, derin derin nefesler alıyor ama kesinlikle uyumuyor. Müziğin tümünü kendi dünyasıyla örtüştürmüş. Belki de kim çalıyor, ne çalıyor, nasıl çalıyor, eserin temposu doğru mu, nüansları yerinde mi, onu hiç ilgilendirmiyor. Belli ki müziğin götürdüğü yere gidiyor.

Hemen onun yanındaki hanım bir yandan sürekli çantasını karıştırıyor, bir yandan yere döktüklerini topluyor. Etrafındakilerin kızgın tepkilerine aldırmıyor. O hep bir şeyler arıyor. Senfoni’nin girişteki canlı Allegro bölümü böylece geçiyor, ikinci bölümdeki ağırca, andantede çantayı bırakmış, o da bir süre müziğin derin düşüncesine kapılmış galiba. Ama bir sonraki scherzo gelince çantayı var kuvvetle boşaltmaya başlıyor. Sağdan soldan bu devinime karşı kızgın uyarılar artınca, elleri çantasının içinde kalakalıyor. Taa ki alkışlaması gereken dördüncü bölüm, prestonun sonuna gelene kadar.

Bir arkadaki bey ise kravat ve takım elbiseyle konser salonuna geldiğine göre, uzun yıllardır konser dinlemeye saygı gösteren, hatta bu etkinliği bir tören gibi kabul edenlerden. Oturur oturmaz konser programını (basılmışsa) incelemeye koyuluyor. Yorum bitince de hemen alkışlamaya davranmıyor, bir nefes aralığı veriyor. 

Bir sıra önümüzdeki iki delikanlı doğal ki bluejean’le gelmişler. Eh, gelsinler de nasıl rahat ediyorlarsa öyle. Ellerindeki telefonla yazışmaları konser sonuna kadar devam ediyor. Bir yandan da son bölümün presto temposundaki devinime beden dilleriyle katılıyorlar. Bu yeni kuşakların marifeti: Hem yazışıp, hem de müziği dinleyebilmek. 

Daha küçük yaştakiler de getiriliyor konserlere artık. İşte 13 yaşlarında bir oğlan, yanında ise 10 yaşında bir kız. Oğlan cin gibi sahneye odaklanmış. Kız ise elindeki Barbie bebeğin uzun saçlarını tarıyor, ama müzik yine de kulağından içeri giriyor. (Ben bir kez kızım ve yeğenimi, 5 ve 6 yaşlarındayken Sihirli Flüt operasına götürmüştüm, onlara tek koltuk almıştım. Bir de baktım 15 dakika sonra ikisi de birbirine dayanıp uyuyakalmış! Çocukların da ilgi yaşını ölçmek gerek.

Birkaç koltuk yanımızda elinde partitür ile eseri izleyen bey sahnedeki müziğin dışındaki hareketlere çok sert tepki veriyor. Bırakın zamansız alkışı veya dinleyicilerin rahatsız eden davranışını, o müziğin içine girmiş; besteciyle, şefle, sahnedeki yorumcularla haşır neşir olmuşken çevresindeki her müzik dışı hareketten rahatsız oluyor. Bu bey aklıma Bülent Tarcan’ı getirdi: “Bir Hekimin Senfonik Öyküsü” başlıklı kitabımı yazarken onun yaşlı günlerine yetişmiştim. Kitaplığında cilt cilt partitür vardı. Bunca yapıt bestelemiş, uzun yıllar hocalık yapmış; tıp dalında ise ünlü bir nöroşirürji uzmanı. Hocaların hocası Prof. Dr. Bülent Tarcan. O da konserlere gelirken yanına çalınacak yapıtın partitürünü alırdı. 

Sahnedeki yorumcular ise izleyicinin kendi arasında fark etmediği nice devinimi duyarlar. Ama onlar için izleyicisiz stüdyo kaydı mı, yoksa salondaki canlı kayıt mı diye sorarsanız, çoğu zaman izleyicinin varlığındaki canlı kayıt yeğdir.

Nice insan bilirim ki evde müzik dinlerken kendini orkestra şefinin yerine koyup o icrayı yönetmeye kalkışır. Tempo, nüans, ifade her şeyi verir. Defalarca yineler durur. Amaç müzikten zevk almak; müziği duyumsamak, o anı yaşamaktır. İster salonda olsun, ister evinde, ister aynı anda başka bir şeyle meşgul olsun! Müziğe yoğunlaşmak, bestecinin ve yorumcunun soluğunu duymaktır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eski bayramlar 10 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları