Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Müştereklerimiz
Görülmeyen, adı konmayan şeylerin varlığımıza etkisini düşünmeyiz pek. Ama adlandırılanların kaybına da bir o kadar kayıtsız kaldığımızı dile getirmeliyim burada!
İstanbul’da, adım adım bu duyguyu yitirdiğimi söylesem abartılı gelmesin size.
Gezi kalkışmasını tüm bunların dışavurumu olarak okumak gerekiyordu.
Bir kenti yağmalayarak müştereklerimize dokunmaya başlamanın öfkesindeydi o bir bakıma.
Elli yıldır yaşadığım İstanbul’da bu anlamda olup bitenlerin enikonu tanığıyımdır. Yaşadığım, değiştirdiğim semtler (Ortaköy, Fındıkzade, Moda, Suadiye, A. Hisarı, Çekmeköy) tüm bu tanıklıklarımın göstergelerini içeriyordu.
Dışta olmak, kendini dışa taşımak hamlesi olarak gördüğüm Şile’de yaşama arzum/deneyimim hayal kırıklığı yaşatırken anladım ki kaybedilen müşterek alanlarımız öyle çok da yeniden kurulup kazanılacak şeyler değil.
Var olana, sizi tanımlayanlara sahip çıkamadığınızda sonuçlara katlanmak zorunda kalıyorsunuz.
Yıkım, talan, yağma karşısında öfkenizi kıyı kıyı gezdiremediğinize göre ya sivil itaatsiz biri olarak yaşamayı seçecektiniz ya da kendinizi kaçışlara hazırlayacaktınız.
Bir araya gelme, kendini ifade edebilme, yaşadığın yere aidiyetini hissetme alanları/mekânları yakın durma, yakın olma duygusunun ötesinde taşıyıcı özelliklere de sahip. Bu da adeta, kuşaktan kuşağa devredilen bir miras gibidir.
Çeşmesiz, ağaçsız, bahçesiz bir sokak...
Alansız, sinemasız, tiyatrosuz, kütüphanesiz bir semt...
Fırınsız, kasapsız, terzisiz, berbersiz, aktarsız bir çarşı sizi ne kadar tanımlar?
Hüseyin Başkadem, bundan yirmi yıl önce, Afyon’da caz festivali düzenleyeceğini söyleyerek karşıma çıktığında ona “Neden” diye bir soru sormamış, “Şimdi, hemen” diyerek desteklemiştim.
Artık uluslararası olan festivalin 23. yılında Afyon’a geldiğimde kentin ortak müştereklerinin nasıl keşfedilebildiğini gözlemlediğimi söylemeliyim.
Gidilen, terk edilen bir kent değil, kendi değerlerine tutunarak yaşanan bir kent vardı karşımda.
Kentin kaplıcaları, mermeri, sucuğu, pastırması, lokumu, kaymağı bir “gastronomi kenti” çıkarmıştı karşımıza.
Yirmi küsur yıl önce söngün bir Afyon, yol uğrağında bir kent vardı ötemizde. Ama bugün öyle değil, her şeye rağmen Hüseyin’in çabalarıyla, klasik müzik festivalini de katarak Afyon’da insanların müştereklerini ortaya çıkarabilecek önemli bir adım atılmış durumda.
Hüseyin, Yusuf Usta’nın lokantasına yönlendirdiğinde çarşıda yıllardır bu işi yapan birinin ahilik kültürüyle nasıl yetiştiğine tanık olmam beni heyecanlandırmıştı. Yerel lezzetleri bu denli özenle hazırlayıp sunan birinin yarattığı şeyin o sözünü ettiğim müştereklerimizden olduğunu bilmem anlatmaya gerek var mı?
Müşterek olan her bir şeyin mutlaka bir hikâyesi vardır. O hikâyeler bir toplumun mayasını oluşturur.
Gelişmişlik her şeyi yok edebilir. Ama müştereklerinize sahip çıkınca her şeyin kendi doğallığında oluşumuna zemin hazırlarsınız.
Geçen yaz Safranbolu’ya uğramıştım. Metin Sözen’in kulaklarını çınlatarak Çelik Gülersoy’u da anmıştım. Eski çarşısından geçerken gözlerim kadim ekmek fırınını aramıştı. Tam da o mekânın önünde durarak lokum satan kadına sormuştum, “Fırınınızı ne yaptınız” diye.
“Çalışmıy artık, lokum satıyok” diyerek pişkince gülmüştü.
“Demek ki ekmeksiz kaldınız” sözüme şu yanıtı vermişti:
“Marketten alıyok!”
Tezgâhının önünde renkli renkli iğreti paketlerde duran lokumlar vardı. Onları sorunca yerli imalat olmadığının yanıtını almıştım.
Müştereklerimizin nasıl yaratılabilip korunduğunun simgesi Safranbolu da bu erozyondan payını almıştı bana göre.
Değersizleştirmede, yok etmede üstümüze yok sevgili okurum.
Toplumsal yaşamın düzeni ortak müştereklerimizi yaratıp korumaktan geçiyor. Ötesi “kargo toplumu” olmaktır, ki bu da yeni sömürgeciliğin bir modeli:
Sen tüket, yok et; biz gönderelim, yapıp edelim.
Ağaçsız, ormansız, sokaksız, meydansız evler yaratarak betona çevrilen yerleri “kent” diye tanımlamak, insanları adeta sığınaklarda yaşatmak... Komşusuz, iletişimsiz bir yaşam ağı kurmak azalmanın, tükenmenin, kimliksizleşmenin bir nişanesi değil midir sizce de?
Unutmayalım ki “Bizler geçici sahipleriz, gelecek nesillere harabe bırakmanın ya devraldığımız mirası ziyan etmenin hakkımız olduğunu sanmamalıyız”. (Edmund Burke)
Ortak bir dil yaratmanın bir biçimidir müştereklerimiz.
Jonathan Rowe’un deyimiyle, “Müştereklere sahip çıkmak hepimizi zenginleştirir.”1
1 Müştereklerimiz: Paylaştığımız Her Şey, Jay Walljasper; Çev.: Kollektif Çeviri Ekibi, 2015, Metis Yay., 332 s.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Edirne'de korkunç kaza