Feyzi Açıkalın

“Onlara söyledim, gelin dedim” ile olmaz

11 Haziran 2020 Perşembe

Her ne kadar Bakan Berat Albayrak, salgına ekonomimizin en güçlü olduğu bir dönemde yakalandığımızı söylemekteyse de, gerçeğin böyle olmadığı biliniyor. Ekonomideki en büyük sorunun ise yüksek cari işlemler açığı olduğu sır değil.

Bu açığa en acil ve somut yama, özellikle yaz aylarındaki turizm gelirleri yoluyla yapılmaktaydı. Salgın yüzünden Türkiye bu anlamdaki çok önemli bir döviz gelirinden mahrum kalacak.

Sorunu giderme yani en azından konuklara hijyeni sağlanmış bir tatil olanağını gösterme adına Turizm Bakanlığı çalışmalarını sürdürüyor. İlginç olanı, bu çalışmalara Dışişleri Bakanlığı’nın da katılıyor olması.

Dışişleri Bakanlığı ise çok net olarak, Avrupa Birliği’nden kopmadığımızı kendi yöntemince(!) anlatmaya çalışıyor. Çünkü coğrafya ne yazık ki bir kader ve turistik gezi nedeniyle ülkemize gelen konukların çoğunluğunu, komşularımız Avrupa Birliği ülkeleri ve Rusya Devletler Topluluğu üyeleri oluşturuyor.

Kendi yöntemi dedim; Dışişleri Bakanı ilgili ülkelerle temas içinde olduğunu söylerken, en azından içeriye verdiği mesajlarda, görüşmelerde çok tavizkar davranmadığını anlatmaya çalışıyor.

Dışişleri Bakanı bir yerel televizyon kanalındaki programında, “Bu bir tehdit değil ama salgın sırasında duran (AB’ye) göçmen geçişi hastalık bittiğinde tekrar hız kazanacak. Sorunların çözümü için Türkiye’yi kaile almayan Avrupa, sonrasında kapımızı tekrar çalarsa bizim tavrımız da farklı olacak” diyerek, aslında aba altındaki sopasını hafifçe gösteriyor.

Bakan, kurumlar düzeyinde görüşme sürerken dostluğa bağlı ikili ilişkiler sürdürdüğünü de belirtiyor. Nedense konuşmasında iki kez, Macar Başbakanı Orban’ı açık sözlü bir insan olduğu için sevdiklerini söyleme gereği duyuyor. Merkel’in ise göründüğü gibi soğuk olmadığını, iyi bir insan olduğunu öğreniyoruz!

Önceki Alman Dışişleri Bakanı Gabriel ve şimdiki Bakan Maas ile sorunu(!)çözmeye çalıştığını ve sonucunda geçmişteki karşılıklı kızmalar, sinirlenmelere(!) rağmen şimdiki görüşmelerin bir samimiyet ve sinerji doğurdunu belirtiyor. Bakan’a göre göre zaten yapay ve gereksiz olan bu tartışmalarda, artık kimin haklı kimin haksız olduğunu irdelemenin bir anlamının kalmadığı belirtiliyor.

İnsan tabii ki, mesela Hırvatistan ya da Tayland’ın dışişleri bakanının da, salgın sonrasında ülkelerine turist çekebilmek için turizm bakanlığının işine müdahil olup olmadığını merak etmiyor değil. Ülkelerinin, komşularını ne çok sevdiğini filan anlatmak zorunda kalıp kalmadıklarını da...

Ülkemize konuk girişini sağlamada bir Dışişleri Bakanı’nın devreye girmek zorunda kalışını sağlayan, aslında sektörün kendisidir. Turizmden hiç hazzetmeyen AKP zihniyeti Batı’yı siyasi bekası için yerden yere vururken, bir şekilde oluşturdukları göbek bağlarına helal gelmesin diye sesini çıkarmayan, onları bugünler için uyarmayan “turizm önde gidenleri” de suçludur.

Hele, hayal satarak yüksek akçeli danışmanlık payeleri alma peşinde olan eskinin Abdurrahman Çelebi’lerinin yatacak yeri yoktur. Turizmin halkları birleştirme, birbirlerini anlamadaki rolünü küçümseyip, AKP yüzünden gerilemekte olan Türkiye demokrasisinin, en azından turizm gelirleri açısından da bir tehdit oluşturduğunu iyi bilenler olarak en büyük suçlu onlardır…

Evet, salgın için alınan önlemlere göre Batı ülkelerinin turizm hareketini planlamalarına saygı duyulur ve bu yöndeki tercihleri çok tartışılamaz ama bugünlerde “bir bedelin ödenmekte olduğu, bir eski hesabın kesilmekte olduğu da!” gözlerden kaçmamaktadır.

Sonuçta, “Putin’e ve Johnson’a ‘artık gelsinler’ dedim. Merkel’e de söyleyeceğim” sözleriyle bu işlerin kolayca çözülemeyeceği artık öğrenilmiş olmalıdır…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları